İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesi, 15 Haziran 2007 günü aldığı bir kararla,
Ergenekon soruşturmasıyla ilgili yayınlara ‘kısıtlama’ getirdi. İstanbul 9.
Ağır Ceza Mahkemesi de 21 Haziran 2007 tarihli kararında,
Ergenekon soruşturması hakkında
yayın yasağı koydu.
Şimdi Ergenekoncular bu kararların arkasına sığındılar. Halkın anayasadan kaynaklanan haber alma hakkının
gasp edilmesi ve basın özgürlüğünün sınırlandırılmasını istiyorlar. Aslında bu talebin tuhaf bir yanı yok. Her gizli
örgüt, şifrelerinin deşifre edilmesi ve bu konuda kamuoyu hassasiyetinin oluşmasına karşı çıkabilir.
İşin garip tarafı, kimi gazeteciler ve bazı meslek örgütlerinin ‘
sansür’ taleplerini destekleyici tavır içinde olmalarıdır. Sayısız soruşturmada polisin
telsiz kayıtlarına kadar yazanların, konu Ergenekon olunca sansüre davetiye çıkarmasının, ‘meslek ihaneti’ değilse herhalde başka bir anlamı vardır.
Nitekim muratlarına erdiler. Bir süredir Ergenekon’la ilgili haber yazılamıyor, yayınlanamıyor. İşin suyu çıktı, Ergenekon’la bağlantısı olmayan konularda bile soruşturma açılıyor. Aslında basın, tam bir kuşatma altında. Çetelerin değil çetelerin ipliğini pazara çıkaranların
hesap verir noktaya sürüklenmeleri, ibret vericidir.
Hukuk fakültelerine
ders olmalı
Neyse ki, evrensel hukuk ilkelerini özümsemiş, basın ve
ifade özgürlüğünün önemini içselleştirmiş, halkın gerçekleri öğrenme hakkının kutsallığına inanmış yargı mensuplarının sayısı hızla artıyor.
Masamda üç haber ve o haberlerle ilgili İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı’nca verilmiş bir karar var. Bu karar, hukuk fakültelerinde ‘ders notu’ olarak okutulması gereken tarihi bir karardır.
Karardan önce haberlere bir bakalım.
Takvim Gazetesi’nin 25 Ocak 2008 tarihli ve ‘Ergenekoncuların bombası Çiftçi suikastinde çıktı’ başlıklı, 26 Ocak 2008 tarihli ve ‘Ergenekon’da suikast izi’ başlıklı, 28 Ocak 2008 tarihli ve ‘Altı aşamalı
darbe planı’ başlıklı haberler, Yusuf
Yazıcıoğlu, Ferit Zengin ve Özge Gürcan imzalarını taşıyor. Üç haberde Ergenekon’la ilgili gelişmeler işleniyor.
İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı’nca bu haberleri yazan gazetecilerle ilgili ‘soruşturmanın gizliliğini ihlal ettikleri’ gerekçesiyle soruşturma açıldı. Görev ise Cumhuriyet
Savcısı Nurten Altınok’a verildi.
Altınok, sözkonusu haberlerle ilgili soruşturmasını tamamladıktan sonra kararını yazarken önce şu temel ilkeye dikkat çekiyor: ‘CMK 157. maddeye göre, kanunun başka hüküm koyduğu haller saklı kalmak üzere ve
savunma hakkına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir. Ceza adaletin, doğruluk, dürüstlük, gerçeğe ulaşma ilkelerine uyulması, suçsuzluk karinesinin sağlam tutulabilmesi yönünden de bir zorunluluk olup vazgeçilemez niteliktedir.’
Bu temel tespitten sonra ‘öte yandan’ diyerek devam eden savcı, şu önemli vurguyu yapıyor: ‘İfade özgürlüğü ve halkın gerçekleri öğrenme hakkı demokratik
toplumun omurgası, ‘olmazsa olmaz’ koşuludur. Soruşturması yapılan olaylar hakkında halkın bilgi sahibi olmak ihtiyacı, medyanın da kamuya haber iletme fonksiyonu vardır ve bu hukuka uygunluk sebebidir.’
Bir tarafta savunma hakkına zarar vermeme zorunluluğu, diğer tarafta demokratik toplumların ‘olmazsa olmaz’ koşulu olarak görülen ifade özgürlüğü ve halkın gerçekleri öğrenme hakkı...
Demokratik toplumda
yasak olmaz
Ve bir örnek veriyor. Şöyle diyor: ‘Soruşturmanın gizliliğinin ihlali ile ilgili olarak
AİHM (Weber-
İsviçre, 22.5.1990,
seri A, no 177)
davasında, devam etmekte olan bir tazminat davasının soruşturmasının gizliliğini bir
basın toplantısı sırasında ihlal eden gazetecinin mahkum edilmesinin, ifade özgürlüğünün ihlali olduğuna, kamunun ilgisi olan bir olayda bilgilendirme hakkının olduğu gerekçesiyle, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığına karar verilmiştir.’
Savcı, aynı şekilde 5187 sayılı
Basın Kanunu’nun 19. maddesinin gerekçesine göre; ‘Müteala’ niteliğinde olmayan, yani sözkonusu işlemleri olumlu veya olumsuz, doğru veya yanlış olarak nitelendirmeyen, sadece işlemin yapıldığını ifade eden haberlerin bu yasağa dahil olmayacağının altını çiziyor.
Altınok,
Basın Kanunu’nun 3. maddesine de gönderme yapıyor. ‘Basın özgürdür ve bu
özgürlük bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Bu özgürlüğün kullanılmasına kamu makamlarının müdahalesi yasaktır.’
Yayın yasağı hukuki değil
Bu değerlendirmede dikkat
çekici bir yön var. Savcı, sadece basın özgürlüğünün önemine dikkat çekmiyor. Aynı zamanda İstanbul Ağır Ceza Mahkemeleri’nin aldığı ‘yayın yapma yasağı’nın yanlışlığına vurgu yapıyor.
Diyor ki: ‘Yayın yapma yasağı kararında Basın Kanunu’nun 3. maddesinin 2. paragrafında yer alan sınırlandırma ölçütlerinin sıralanarak yazılmış olması, bu kararın hukuka uygun olduğunu göstermez. Kaldı ki, 3. maddede sayılanlar içinde ‘soruşturmanın amacından saptırılmak istenmesi’ ve ‘kamuoyunda yanlış anlamalara sebebiyet verilmemesi’ gibi ölçütler yoktur.’
Savcıdan hukuk dersi devam ediyor. Dikkatle okuyalım: ‘Karardaki gibi ‘gözaltına alınan şahısların
emekli asker olması’ veya ‘bazı önemli bilgilerin soruşturma kapsamında ele geçirilmiş olması’ nedeniyle yayın yasaklamak, demokratik toplum gereklerine de aykırıdır.’
Savcı, bilirkişi Yrd. Doç. Ali Hakan Evik’in ‘yayın yasağına aykırı durum yok’ tespitinin yer aldığı raporu da dikkate alarak, şu hükmü veriyor: ‘Haber verme ve kamuoyunu bilgilendirme hakkının sınırları aşılmadığından, tüm şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.’
Böylece,
Takvim Gazetesi’nin üç muhabiri hakkında ‘soruşturmanın gizliliğini ihlal ettikleri’ gerekçesiyle dava açılmıyor.
Umarım, basın emekçilerinin hukukunu korumayıp sansüre davetiye çıkaran
Basın Konseyi Başkanı
Oktay Ekşi,
Cumhuriyet Savcısı Nurten Altınok’un basın özgürlüğünü savunduğu bu iki sayfalık karardan kendi nasibine düşeni alır.
Sadece o mu?
Ertuğrul Özkök, dalaksızlar ve diğerleri de...