Ev sahipliğini
Oklahoma City Üniversitesi'nin yaptığı konferans için kapalı
spor salonunun büyük bir kısmı ayrılmış.
Dünyanın dört bir yanından önemli konuşmacılar katılıyor programa.
İslam ve
terör konusunda yapılan en son araştırmaları, en güncel tespitleri bu konferansta bulmak mümkün. The Institute of Interfaith Dialogue adlı
vakıf, üniversiteyle bir araya gelip güzel bir düşünce platformu oluşturmuş. Yüzlerce dinleyici katılıyor programa; bütün katılımcılar konuya vâkıf, ilgili ve bilgili...
Konferansı ilginç kılan ana unsur, konuşmaların analizlere ve derin araştırmalara dayanması. Mesela Jill Carroll'ın (Rice Üniversitesi), 'Dinler ve
Şiddet' başlıklı sunumu fevkalade çarpıcıydı. Öteden beri devam eden
kurban kesme vecibesi ile dindeki barış arayışları arasındaki ilgiyi bir Batılı aydının bu kadar net ve orijinal bakış açısıyla anlaması benim için şaşırtıcıydı.
Nobel Barış Ödülü'ne
aday gösterilmiş ve BM
Güvenlik Konseyi'nde Bosna'daki
Savaş Suçları Tespit Komisyonu başkanlığı yapmış Profesör Cherif Bassiouni'nin sunumu oldukça cesur mukayeselere dayalıydı. Dünya tarihinin şiddet ve savaş tarihi olduğu kadar; şiddete karşı koruyucu tedbirlerin alınma tarihi olduğuna dair tespiti ve bu gerçek üzerine uluslararası hukukun çifte standarttan arındırılmasını istemesi ezber bozucu gerçekleri ortaya çıkarıyordu.
İşin açıkçası, klişelerle konuşan bir katılımcıya rastlamadım. Herkes, meselenin ne kadar önemli olduğuna yürekten inanmıştı. Teorik konuşmalardaki derinlikli analizler kadar, somut araştırmalar da dikkat çekiciydi. Mesela Robert Pape (
Chicago Üniversitesi) 460
intihar komandosu üzerine
bilimsel araştırma yapmış. İnsanları intihar eylemi gibi korkunç bir suça iten sebepler üzerinde yıllarca çalışan Profesör Pape, sonuçta bu insanlardan % 95'inden fazlasının politik sebepler nedeniyle böyle bir eyleme başvurduklarını tespit etmiş. "Topraklarını koruma" başta olmak üzere ortaya çıkan sebepler arasında İslam ya da bir başka dinin belirleyici bir faktör olmadığı neticesine ulaşmış. İlginç tespitlerle dolu konuşması şaşırtan, her şeyi tepeden tırnağa yeniden düşünmeye davet eden fikirlerden oluşuyordu.
Monash Üniversitesi Profesörü Greg Barton'un
Endonezya ve
Cemaat-i İslamiye ile ilgili sunumu da çok ilginç ayrıntılardan müteşekkildi. Konuya ilgi duyanlar açısından Selefilik'ten cihad düşüncesine, aşırı eğilimlerden İslami entelektüellerin esaslarına kadar tefekkür edilecek tespitler sundu konuşmacı. Profesör Loye Ashton (Tougaloo Üniversitesi), şiddete karşı çıkma açısından üç önemli mütefekkiri kıyaslıyor ve bunlardan en çok
Fethullah Gülen üzerinde duruyordu. Zaten konferansın başında
Fethullah Gülen'den gelen bir
mesaj okundu. Oklahoma Üniversitesi bünyesinde bulunan Dinî
Araştırmalar Kursu Başkanı'nın Gülen'in mesajını okurken "Güzel bir insandan güzel bir mesaj aldık." diye söze başlaması ilk gece verilen resepsiyona ayrı bir hava kattı. Konferansın ilk gününde de Jill Carroll okudu mesajı. Fethullah Gülen'e karşı dünyanın dört bir tarafından duyulan ilgi ve sevgi nerede; kendi ülkesinde bazı dar çevrelerce yapılan hoyrat muamele nerede?
Konferans boyunca şöyle bir muhasebe yapmak zorunda kaldım: Dünyanın bir ucunda (üstelik terörle sarsılmış bir ucunda) insanlar bir araya geliyor ve şiddetin, terörün yanlış olduğunu, dinlerin sevgi esasına dayandığını konuşuyor, üstelik her dinden insan bir araya gelip farklı kimliklere ve farklı düşüncelere saygı gösterebiliyor. Bu açıdan bakıldığında "Nüfusunun % 99'u
Müslüman olan bir ülkede" yaşanan ve dar bir zümrede görülen İslam fobisinin Batı'da yaşanandan daha histerik ve mariz çağrışımlar taşıdığı görülüyor. İslamofobia denildiğinde artık herkes bir şeyler anlıyor ve ayrımcılıktan
baskı kurmaya kadar pek çok yanlışı deşifre edebiliyor. Türkiye'de bazı çevrelerin tabana yaymak için azami gayret gösterdiği bir dizi propagandanın özü İslamofobia gerçeğine dayanıyor. Çünkü Batı bizdeki bazı "Batıcılar" kadar İslam'dan korkmuyor.