Hem de ‘AKP yanlısı dinci basın
kapatma iddianamesinin geçersiz kalabileceğini iddia etti’ cümlesinin altındaki ‘
Selçuk’a saldırılar sürüyor’ başlıklı imzasız haberde...
Çarşamba günkü yazımı içeren benimle ilgili bölüm şöyleydi: ‘
Cumhuriyet gazetesine atılan
bombaların araştırılması ve
soruşturmanın genişletilmesi amacıyla, gazetemiz avukatlarının 1
Mart 2007 tarihinde
Ankara 11. Ağır
Ceza Mahkemesi’ne dilekçeyle başvurmasına karşın
Star yazarı
Mehmet Altan, gazetemizin ‘kendisine atılan bombalarla ilgili gerçekleri, yeterince haber yapmadığını’ ileri sürdü.’
***
Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombaların ordu malı olduğu ta Haziran 2006 yılında belli olmuş ve diğer gazetelerde yer alan bu haberler Cumhuriyet Gazetesi’nde tek satır bile kendine yer bulamamıştı..
Ben de 5 haziran 2006 yılında, o zaman çalıştığım
Sabah Gazetesi’nde, Ak Parti’yi de eleştirerek ‘Cumhuriyet gazetesinin görmediği haber’ başlıklı bir yazı yazmıştım... Cumhuriyet’in pişkince saldırdığı önceki günkü yazım, iki yıl önceki o yazıma dayanıyordu. Ve o yazı aynen şöyleydi:
‘
Çankaya seçimleri arifesinde
Türkiye’yi müthiş bir kaosun ortasında bırakmak isteyen provokasyonlar zincirinin ilk halkasını Cumhuriyet Gazetesi’ne üst üste atılan bombalar oluşturdu. Son bombalardan iki gün sonra da
Danıştay’a kanlı bir saldırı gerçekleşti.
Sanki ‘düğmeye basılmış’ gibi bu provokasyonlar ertesinde ‘laik cumhuriyet elden gidiyor’ avazeleri altında bir tezgáh da harekete geçti. Ortalık toz
duman oldu.
Bu saldırıların ve cinayetlerin faillerini bulmak ve hukuksal bir titizlikle cezalandırmak yerine muazzam bir
psikolojik harp başladı.
Habercilik ve hukuk hiçe sayıldı. Gözü dönmüş bir fanatik militanlık ortalığı sardı.
Halbuki, ortada bazı gerçekler vardı.
Ben bu gerçeklerden birini, 28
Mayıs tarihli
Hürriyet’in 29. sayfasında okudum. ‘Cumhuriyet gazetesi bombaları ordu malı’ başlıklı habere göre Makine Kimya Endüstrisi, Emniyet’e gönderdiği
19 Mayıs tarihli cevabi yazıda, Cumhuriyet’e atılan üç bombanın
Kara Kuvvetleri’ne ait olduğunu bildirmişti.
Aynı gün Cumhuriyet Gazetesi’ne baktım.
‘Danıştay baskınına ilişkin hükümet kaynaklı iddialar, kanıtlarla desteklenmiyor’ üst başlığının altında iri puntolarla ‘Senaryo çöktü’ manşeti atılmıştı.
Gazeteye atılan bombaların ordu malı olduğuna dair ise tek satır bile yoktu.
Bir gün sonra Sabah gazetesi, ‘
Ordu malı bombalar’ haberini kovalayarak 25. sayfasının manşetine taşıdı. ‘Kara Kuvvetleri bomba soruşturması başlattı’ başlıklı haberde, bombaların hangi tarihlerde Kara Kuvvetleri’ne verildiği belirtiliyordu. Birinci bomba 1978’de, ikinci ve üçüncü bomba 1985’te verilmişti.
Kara Kuvvetleri, bombaların karargáh dışına, hangi tarihte ve kimlerce çıkarıldığını araştırıyordu. Aynı günkü Cumhuriyet’te, kendine atılan bombaların menşei resmen belli olmuş olmasına rağmen soruşturma haberi de yoktu.
Soruşturmalar, Danıştay saldırısını yapan
Alparslan Arslan’ın Cumhuriyet’e bomba attığını da sergiledi. Sanık bunu
itiraf etti.
Cumhuriyet Gazetesi, ‘kendilerini bombalayan Danıştay sanığının elinde askeri bombaların ne aradığını’ sormadı. ‘Laik Cumhuriyet’ sloganı altında, siyasal bir söylemi
tercih etti. Cumhuriyet okuyucuları, gazeteye atılan bombalarla ilgili gerçeği öğrenemedi.’
***
Yazı şöyle devam ediyordu:
‘
AK Parti son zamanlarda inanılmaz hatalar yapıyor. En büyük ve affedilmez hata ise
Şemdinli olayını hukuksal bir titizlikle izlemek yerine, kendi siyasal
iktidarı için
bürokrasi ile pazarlık meselesi haline getirmesi oldu.
Zaten o noktadan sonra da iktidarını yitirdi, olayları
kontrol edemez oldu.
Merkez Bankası ataması ise herkesi ürküttü, iktidarın ‘kendine benzemeyenlerle’ birlikte çalışma kabiliyetinden yoksun bir bağnazlık içinde olduğunu gösterdi.
Ayrıca hayata ‘temel hak ve özgürlükler’ açısından bakmak yerine, ‘
türban’ açısından bakmayı yeğledi. Tabanını diri tutmak ve mazlum rolü oynamak için ‘türban’ üzerinden
siyaset yapma kolaycılığını seçti.
Siyasi gücünü sağlayan AB sürecini yavaşlattı. Dünyalaşma trendlerini savsaklayınca, ekonomideki iyimserlik havası da kaybolmaya yüz tuttu. Orda da türbülans başladı.
Özetle,
TÜSİAD’ın tüm eleştirilerini doğrulayan bir garip durum yaratıldı. Onca başarıya gölge düşürüldü.
Siyasal hatalarını çoğ
altan AK Parti hükümetini haklı noktalardan hareket ederek eleştirmek yerine yalanlardan ve çarpıtmalardan medet ummanın alemi var mı? Danıştay’a saldıranın ‘Allahüekber’ diye bağırıp, kendisinin ‘Tanrının askeri olduğunu’ söylediği tarzında, saldırıya uğrayanların bile reddettiği yalanların ya da askeri bombalar gerçeğini saklamanın Türkiye’ye ne yararı var?
İktidar için ‘kardeş katlini vacip kılan’ bu topraklarda, seçime onca zaman varken öyle bir noktaya gelindi ki sanki ‘
akıl tutuldu.’
Karanlık bir karmaşanın yaşandığı şu günlerde önümüzü aydınlatacak tek ışık ‘gerçeğin’ kendisi.
Gerçeği buldukça ‘aydınlanacağız.’
Gerçekten uzaklaştıkça karanlık artacak.
‘Aydınlanma’ ile karanlık arasındaki mücadelede hepimizin safını da, gerçekle ilişkimiz belirleyecek.’
***
Cumhuriyet Gazetesi, ‘atılan bombaların araştırılması ve soruşturmasını’ yukarıdaki yazımdan ancak dokuz ay sonra talep ettiğini belirtmekte... Ama ne hikmetse bu talebine rağmen ‘ordu malı bombalar’ haberini inatla büyütmemeyi yeğledi.
Bunu da gene 15 Haziran 2007 yılında, bu kez Star Gazetesi’nde ‘Dere yatağında bomba bulunur mu?’ başlıklı yazıda eleştirdim...
O yazıda Cumhuriyet’e şunları sormuştum:
‘Baktım, bu sefer Cumhuriyet bu yeni bomba haberini ancak üçüncü sayfanın altında mahçup bir şekilde görmüş... Halbuki gazeteye yapılan saldırının ipucu olabilecek böyle bir gelişmeyi birinci sayfadan görmeleri daha normal olmaz mıydı? ‘
***
Yazı, ‘bombanın’ arkasındaki o büyük karanlığın ortaya çıkan ilk işaretlerine de dikkati çekiyor ve şöyle devam ediyordu:
‘Cumhuriyet’e atılan askeri bomba meselesi, avukatların talebine rağmen Danıştay baskını davasında da nedense pek kurcalanmadı.
Mahkeme soruşturmanın derinleştirilmesi önerisini red etti. Bu son gelişme, Cumhuriyet’e atılan bombanın ve Danıştay baskınının aydınlanmasında yeni bir basamak olabilir.
Bundan önce soruşturma derinleşememişti.
Sadece yeniden tazelenen bir ilişkiler ağı ortalığa dökülmüş, sonrası gelmemişti.
Dün medya, eski Özel
Harpçi bomba sanığının da o ilişkiler ağı içinde olduğunu belgeleriyle birlikte yeniden hatırlatıyordu...
Baskında ortaya çıkanlar ile ilgili Star’ın bilgileri şöyleydi: ‘Baskında gecekondunun çatısında 18’i Makine Kimya Endüstrisi... Altısı NATO... Ve üçü de
Alman yapımı 27
savunma tipi el bombası...
Ve yine MKE yapımı TNT kalıpları ve fünyeler ele geçirildi.’ Haber şöyle devam ediyor: ‘Gözaltına alınan ev sahibi Mehmet D’nin bombaların Astsubay
Oktay Y’ye ait olduğunu söylemesi üzerine özel kuvvetlerden
emekli Astsubay Oktay Y. gözaltına alındı.’
Peki gözaltına alınan emekli asker ne demiş?
Onu da haberden okuyalım:’Bu bombaları ben
Hasdal Askeri Kışlası’nın arkasında bulunan dere yatağında buldum.’
Orada ‘askeri çöplük’ varmış.
Dere yatağındaki askeri çöplükte böyle yüklü bir cephanelik bulunur mu? Askeri çöplüğü karıştıran herkes bombaları alıp gidiyor mu?
Cumhuriyet’e atılan bombalarla ilgili ne hukuki ne de idari soruşturmadan sonuç alınamadı.
Bakalım bu gelişme de çöplüktekiler gibi unutulup gidilecek mi?
Yoksa ağ olduğu gibi çekilecek mi?’
***
Arşivlerdeki yazıları ve içeriklerini yok sayarak ağır tahrifat yapmanın, utanmazca yalan söylemenin anlamı var mı?
Cumhuriyet Gazetesi, söylediklerimin doğru olmadığını iddia ediyorsa, bunu arşivlerine başvurarak ispatlasın... İspatlayamıyorsa, ki ispatlayamaz, o zaman da gözümüzün içine baka baka
sahtekarlık yapmasın...
Böyle kolayca ortaya çıkacak bir sahtekarlığa tevessül etmesi, gazetenin ne kadar çaresiz kaldığını açıkça gösteriyor... Belli ki bir telaşın şaşkınlığı var üstlerinde.
Umarım, gazetenin
İlhan Selçuk’un
Ergenekon Çetesi’nin ‘fikri lideri’ olmadığı yolundaki yalanlamaları da, benimle ilgili sahtekarca çarpıtmaları gibi temelsiz değildir.