Mutasyona uğramış
kanser hücresi gibi her yeri sarıp sarmaladığının farkındayız. Bu durumlarda
ameliyat kaçınılmazdır. Ancak, vücudun bu ameliyatı kaldıracak dirençte olması lazım. Ayrıca unutulmasın, vücudun direnci azaldıkça başka hastalıklara da davetiye çıkarılmış olur.
Bugün geldiğimiz noktada gördüğüm
manzara şudur; Kapatma davasıyla
iktidar partisi ‘topal ördek’ durumuna düşürülmüş,
AB süreci baltalanmış, savcılar kuşatılarak
Ergenekon soruşturmasının önüne uzun bir bariyer çekilmiş ve daha derinlere ulaşması imkanı mum ışığı kadar zayıflamıştır.
14
Mart tarihli yazımın ışığında şunu söyleyebilirim. Artık geçmiş olsun. Bu yasama döneminde yeni ve
sivil bir anayasanın çıkarılması imkansız hale gelmiştir. Bu mevcut haliyle, bu parlamentodan yeni anayasa çıkmaz.
Hakkında
kapatma davası açılmış bir siyasi partiden, sadece ara rejim dönemlerinde çıkarılmış anayasalarla yönetilen
Türkiye’nin bu geleneğini ters yüz etmesini ve bunu başarmasını bekleyebilir misiniz?
Aynı şekilde, AB reformlarının büyük ölçüde kesintiye uğratılması kaçınılmazdır. Türkiye’nin AB sürecinde elini zayıflatan TCK’nın 301. maddesindeki basit bir değişiklik bile epeyi baş ağrıtabilir.
Ya üniversitelerdeki
türban serbestisi...
AK Parti hakkındaki
kapatma davası iddianamesine konu olan türbanla ilgili
düzenleme ve açıklamalara bakacak olan
Anayasa Mahkemesi, bu konudaki anayasa değişikliğinde nasıl bir karar verir sizce?
Ayrıca, son yaşananlara bakarken Ergenekon soruşturmasında daha derinlere inilebileceğini düşünüyor musunuz? Bruce Wills’in baş rolünü oynadığı Armageddon filminde gördüğümüz ve dünyayı tehdit eden
Teksas büyüklüğündeki meteor gibi Türk demokrasisinin üzerinde Demogles’in Kılıcı gibi sallanan Ergenekon’un göbeğinde 800 feet derinlikte kazı yaparak nükleer patlayıcıyı yerleştirmek mümkün mü?
Savcıları çok cesur buluyorum ama hem çalışma koşulları ve mevcut mevzuat, hem devlet içinde karşılaştıkları ilgisizlik ve etraflarında oluşturulan kuşatma nedeniyle soruşturmada arzu ettikleri derinliğe inebileceklerini düşünemiyorum.
İşte, Ergenekon’un istediği de budur; AK Parti’yi etkisiz hale getirmek, nihai olarak hangi yoldan olursa olsun iktidardan uzaklaştırmak ve AB reformlarını durdurmak.
Krizden çıkış yolu
O halde çözüm nedir?
Hep söylüyorum, çözüm yeri siyasettir. Çözecek olan siyasilerdir. Önce ateşin düşürülmesi ve teşhisin konması, ardından
tedaviye geçilmesi gerekir.
Ahmet Hakan gibi ‘Ondan da değilim, bundan da değilim’ kolaycılığına kaçarak kenara çekilemezsiniz. Aksi halde, puslu havalardan medet umanların amacına
hizmet etmiş olursunuz.
Önerilerim şöyledir;
-Erken
seçime gidilmeli, yerel seçimlerle milletvekili genel seçimleri mümkünse birleştirilmeli, zorunluluk doğarsa buna
referandum sandığı eklenmelidir. Yani, halkın önüne üç
sandık konmalıdır.
-Referandum konusu, parti kapatmayı yeni esaslara bağlayan anayasa değişikliği olmalıdır. Eğer bu düzenlemeye ilişkin 367 ve üzerinde
destek bulunamazsa, referandum nihai çözüm olmalıdır.
-Bu süreçte sadece acil kanunlar çıkarılmalı, diğer konular seçim sonrasına bırakılmalıdır. Bunlardan biri de sosyal güvenlik reformudur. Bu kanunda acil olarak yürürlüğe sokulması düşünülen düzenlemeler varsa onlarla sınırlı olmak üzere daraltılmış bir tasarı gündeme getirilebilir.
-Yüksek öğretimde türban yasağını kaldıran anayasa değişikliğine ilişkin
Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karara göre hareket edilmelidir.
-Ergenekon soruşturmasında yaşananlar dikkate alınarak ‘süper savcı’ modelini esas olan düzenleme acilen hayata geçirilmelidir.
Kazan kazan modeli
Tabi tüm bu önerilerim, güçlü reformlar yapma sevdasıyla doğru orantılıdır.
Başbakan Erdoğan’ın ‘Eğer Türkiye kazanacaksa ben kaybetmeye hazırım’ ifadesini, bu çerçevede doğru bulmuyorum.
İktidara geldiği günden bu yana, özellikle dış politikada ‘kazan kazan’ modelini esas alan Erdoğan, iç politikada da bu kuralı düşünmelidir. Türkiye de kazanabilir kendisi de...