Yargıtay Başsavcısı
Abdurrahman Yalçınkaya’nın
AK Parti’nin kapatılması istemiyle
Anayasa Mahkemesi’ne açtığı
davanın hiçbir hukuki değeri yoktur ve tamamen siyasi mülahazalarla hazırlanmıştır. Başsavcının ‘görevini kötüye kullandığı’ gerekçesiyle meslekten ihracı düşünülebilir.
‘Bir savcı hazırladığı
iddianame yüzünden meslekten atılabilir mi?’ diye düşünmeyin, önünüzde
Şemdinli iddianamesini hazırlayan Van
Cumhuriyet Savcısı Ferhat
Sarıkaya var. İddianamede
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın adına yer verdiği için görevini kötüye kullandığı öne sürülerek meslekten
ihraç edilen Sarıkaya’ya nasıl bir muamele uygulandıysa, Yalçınkaya da aynı prosedüre tabi tutulabilir.
Yağlı ilmiği hatırlattılar
İddianamedeki garabet, kimileri görmek ve anlamak istemese de birkaç gündür sağduyulu medyada ayrıntılı olarak yer alıyor. Çok gerilere gitmeden, sadece geçen haftaki yoğun trafikteki izdüşümlerden hareketle, hadiseye farklı bir perspektiften bakmak istiyorum.
Danıştay Başsavcısı
Tansel Çölaşan’ın sözlerini hatırlayın. Kanlı 27
Mayıs ihtilalini ‘devrim’ olarak nitelendirdi, siyasilerin idamlarını alkışladı ve halkın bu idamları büyük coşkuyla karşıladığını iddia etti. Bu cümlelerin tercümesi şuydu: Karşı devrim için kan dökmek meşrudur ve gerekirse yapılmalıdır.
Baş
bakanın, bakanların boyunlarına yağlı ilmik geçirilmesini meşru gören bu ifadeleri tartışırken, Genelkurmay eski Başkanı
emekli orgeneral
Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun halefi emekli orgeneral
Hilmi Özkök’le ilgili açıklamaları geldi. Emekli olduğu tarihten bu yana 6 yıldır susmayı
tercih eden Kıvrıkoğlu’nun bu açıklaması son derece önemliydi. Çünkü, O, sıradan ‘biri’ değildi. O nedenle, ifadelerindeki asıl muhatabın Özkök’ten çok, Büyükanıt olduğu iddiası gündeme geldi.
Ergenekon sahne aldı
Gündemde güme giden başka önemli bir açıklama vardı. İP Genel Başkanı
Doğu Perinçek,
Perşembe günü düzenlediği basın toplantısında, Kıvrıkoğlu ile ilgili müthiş bir iddiayı gündeme taşıdı. Perinçek, Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan emekli
Tuğgeneral Veli Küçük’ün Kıvrıkoğlu tarafından
Kuzey Irak’ta ‘özel kuvvet’ kurmak için görevlendirildiğini söyledi.
Ergenekon ismini ilk kez 2001 yılında tutuklandığı sırada telaffuz eden gazeteci
Tuncay Güney’in basına sızan açıklamalarında da benzer nitelikte vahim iddialar vardı. Güney,
Veli Küçük ve kimi
JİTEM yöneticilerinin
Kuzey Irak’ta
PKK’ya
silah sevkıyatı yaptığını söylüyordu. Bu iddianın, Perinçek’in dile getirdiği ‘özel kuvvet’ projesiyle bir bağlantısı var mı, onu şimdilik bilmiyoruz.
Güdümlü
katil piyasada
Zihnimiz dağılmışken bir de baktık, AK Parti hakkında
kapatma davası açıldı. Kapatma gerekçelerinden biri, Danıştay Sanığı Alp
aslan Aslan’ın ‘Ben Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül,
Başbakan Tayyip Erdoğan’dan şeriatın ilan edilmesini istiyorum. Genelkurmayı tehdit ediyorum, şeriatın ilan edilmesini engellemesinler, yoksa kan dökülür’ sözleri.
Aslan’ı anlatmaya gerek var mı? Veli Küçük’le samimi pozları ortada. Avukatlığını yaptığı
Doğuş Factoring şirketinin ortaklarından biri,
Ergenekon soruşturmasında gözaltında bulunan emekli yüzbaşı
Muzaffer Tekin.
Bir de
babası İdris Aslan’ın
Ankara Terörle Mücadele Şubesi’nde verdiği ifade var. Baba, kızlarının başının açık olduğunu, Alpaslan’ın bir defa bile kardeşlerine başlarını örtmesi yönünde bırakın baskıyı telkini bile olmadığını söyledi.
Şu sözler daha da önemli: ‘
Teoman’la (oğlunun
avukat arkadaşı) telefonla konuşurken bana oğlumun 4-5 aydır
Ulusal Haber ve Vatansever
Kuvvetler Güç Birliği Hareketi ile irtibatı olduğunu, hatta
Adana,
Mersin ve
İstanbul illerinde adı geçen derneğin toplantılarına birlikte gittiklerini, bu derneğin genel başkanı
Taner Ünal ile tanıştıklarını, Ayrıca Veli Küçük,
Muzaffer Tekin isimli şahıslarla bu
dernek vasıtasıyla tanıştıklarını bana anlattı. Bu da benim kafamda bir
takım şüphelere neden oldu?’
Sonra ne oldu? Tekin ve Ünal, dava kapsamına alınmadı, Küçük’ün ifadesine bile başvurulmadı. Baba İdris Aslan, ifadesinin tersi konuşmaya başladı, karar duruşmasında kızlarının başını örttü! Katilin lafları da AK Parti’nin kapatma gerekçesi sayıldı.
Kritik soru
Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
kapatma davası haberinin duyulduğu saatlerde AK Parti Genel Merkezi’ne girerken şöyle dedi: ‘Ama öyle anlıyorum ve üzülüyorum ki,
Türkiye’nin iyiye ve ileriye gitmesiniistemeyen çevreler çok önemli yerlere sızmışlar.’
ÖDP Genel Başkanı
Ufuk Uras da kapatma davasını şöyle yorumladı: ‘Davanın Ergenekon operasyonundan sonraya denk gelmesi manidar. Demokrasi dışı güçler başsavcıya bel bağlamışlar.’
Bakan Günay’dan sözlerini geri almasını isteyen
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni
Ertuğrul Özkök’ün dünkü yazısını okuyunca iddianamedeki başka bir ayrıntıya takıldım. Erdoğan’ın
Doğan Grubu’na yönelik şu sözleri, iddianameye eklenmişti: ‘Bunların derdi
laiklik değil menfaat hesabı. Bunlar köşeye sıkıştırma metotları.
Tehditle bizden bir şey alamazsınız. Bunların istediği düzen
demokrasi değil diktatöryal düzen.’
Son olarak İP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet
Cengiz, Ulusal TV’nin web sitesine yaptığı açıklamada, kapatma davası gerekçeleriyle parti söylemlerinin örtüştüğünü, davanın açılmasında geç kalındığını öne sürdü.
Son bir bilgi ulaştı bana. Geçen ay Ergenekon soruşturması kapsamında ‘
tanık’ sıfatıyla dinlenen birine şu soru yöneltilmiş: ‘
Aydın Doğan bu işlerin neresinde?’
Haydaaa, gel de çık işin içinden. Zihnimi toparlamakta güçlük çekiyorum. Eminim, okuyucularımız daha zeki ve pazılın parçalarını birleştirirler.