Türk Silahlı Kuvvetleri 1983'ten bu yana 18 kez
sınır ötesine, yani
Irak'a kara harekâtı düzenledi. Hiçbiri halen başarıyla sürmekte olan "
Güneş Operasyonu" kadar anlayışla karşılanmadı.
ABD, komşularımız,
bölge ülkeleri, AB ile Rusya'dan Çin'e kadar tüm önemli muhataplarımız, harekâtı ve gerekçelerini meşru bulduklarını belirtiyorlar.
Bu tablo üç koldan (Hükümet
Dışişleri,
Genelkurmay ve istihbarat birimleri) yürütülen uzun ve sabırlı bir çalışmayla sağlandı.
Süreci anlayabilmek için 21
Ekim 2007 gecesine,
Dağlıca baskınına dönmemiz gerekiyor. Zaman zaman bizi bilgilendiren yetkililerin de ima yoluyla kabul ettiği gibi
Cumhuriyet tarihinin en vahim olaylarından biri olan o baskın "Yalnızca"
PKK'nın işi değildi. Ayrıntılarına kadar planlanmış senaryoda PKK ile onun yanında veya arkasında bulunan odaklar, Dağlıca'nın bir "Kırılma noktası" olmasını bekliyordu.
O zaman girilseydi
Hesaplarına göre, bu ağır provokasyon
Türkiye'yi kaçınılmaz olarak fevri ve ölçüsüz tepkiye yöneltecekti. Baskını "Casus belli" kabul edip tankıylatopuylatüfeğiyle topyekûn savaşa girecekti.
Üstelik kamuoyunun beklentisi de o yöndeydi. Hükümete ve askere "Ne duruyorsunuz", "Şehitlerimizin kanı yerde mi kalacak", "Irak'a ne zaman gireceksiniz" çağrılarını ve baskılarını hatırlayın.
Ancak o ağır
psikolojik ortamda
operasyona kalkışılsaydı, bugün Türkiye'ye hak verenler, karşımıza dikilecekti. Hepsi ama hepsi.
O kadarla da kalsa neyse... Hem
Kuzey Irak'ta, hem de Güneydoğu'da, düşündükçe ürperdiğimiz bir cehennemin kapısı ardına kadar açılmış olacaktı.
Ama
Ankara o tuzağa düşmedi. Rüzgâra, hatta kasırgaya karşı yürüme pahasına da olsa, başarılı
politika için
altın kural olan "Bene duagnoscitur, bene curatur" (Doğru teşhis, iyi
tedavi demektir) ilkesine dayalı bir
yol haritası çizdi. Ana hatlarıyla şöyle:
- Elde zaten Beytüşşebap'taki tuzak ve
Gabar Dağı'ndaki baskın sonrası Meclis'ten
rekor oyla (507 kabul, 19 ret) geçmiş ve hükümete bir yıl süreyle sınır ötesi harekat operasyon izni veren tezkere vardı. Bu, harekâta siyasal ve askeri meşruiyet sağlıyordu.
- Önce komşularımızla ve bölge ülkeleriyle temas kuruldu:
Suriye,
İran, Irak,
Körfez ülkeleri, Suudi
Arabistan,
Mısır,
Ürdün,
İsrail... Kimiyle bire bir görüşüldü, kimi için de "Irak'a Komşu Ülkeler Toplantısı" platformu kullanıldı. Tümü de Türkiye'nin haklılığını
tescil etti.
- Buna paralel olarak AB nezdinde harekete geçildi. Hem kurumsal olarak, yani
AB Komisyonu ve AB Parlamentosu ile, hem de AB üyesi ülkelerle. Oradan ya da onlardan da olası bir harekâtın en azından "Anlayışla" karşılanacağı güvencesi alındı.
- Daha sonra
Başbakan Erdoğan bu güçlü kartlarla ABD'ye gitti ve Başkan
Bush ile o ünlü "5
Kasım Beyaz Saray Mutabakatı" sağlandı.
Tereyağından kıl çekmek
Böylece tüm önemli aktörler yanımıza alınmış ve PKK'ya
destek kanalları kesilmiş oldu. O kadar ki, Kuzey Irak'taki oluşumun lideri Mesud
Barzani bile sinmek zorunda kaldı. Ve tüm dünyanın meşruiyetine onay verdiği operasyonun yolu açıldı. Latin atasözünün dediği gibi, "Ubi concordia, ibi victoria." (Uyumun olduğu yerde
zafer de vardır.)
İşte bu başarılı strateji sayesinde bugün ABD adına
Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice "PKK'ya karşı Türkiye ile mutlak
dayanışma içindeyiz" diyor, yardımcısı Matt Bryza cümle aleme "Türkiye'nin PKK terörünü yenme çabalarını güçlü şekilde desteklediklerini" ilan ediyor.
O sayede AB Komisyonu "Türkiye'nin vatandaşlarını
terörist saldırılardan koruma ihtiyacını anlıyoruz" açıklaması yapıyor.
Yine o sayede, Batı basını "
Sınırlı operasyonla kendini teröristlere karşı savunduğu sürece devletler hukuku Ankara'nın yanında" diyor. (Etkin
Alman gazetesi "
Die Welt".)
Dağlıca baskınını planlayanlar ve uygulayanlar onun bir "Kırılma noktası" olmasını bekliyordu ama "Dönüm noktası" oldu.