HAK VERİLMEZ ALINIR

Kime sorarsanız sorun, size Atatürk’ün Türk kadınına haklarını “verdiğini” söyleyecektir


Türk kadını bu yönde en ufak bir çaba göstermemiştir, savaş yıllarında İttihat ve Terakki denetiminde kurulan etkisiz birkaç örgütü, Halide Edib’in konuşmalarını, okunmayan birkaç kadın dergisini, Türkocağı’na çay içmeye gidip gelen birkaç “tango çarşaflı” hanımı falan saymazsanız... Ki, saymayınız. Hani o milletvekili “yapılan” Satı Kadın falan var ya, meclis kürsüsüne hiç çıkmış mıdır, konuşma yaptıysa ne söylemiştir, Kemalistler tutanaklardan bulup açıklasalar da öğrensek! Eh, tıpkı bunun gibi, İnönü de çok partili hayatı aziz Türk milletine “bağışlamıştır”. 1925 yılında çocuğun oyuncağını elinden alıp, 1945 yılında geri vermek gibi bir şey! General Franco gibi Amerikan baskısına direnseydi, hele Amerika’ya üs verip ağzını kapatacak tıynette bir adam olsaydı, nah görürdünüz çok partili sistemi... Bu memlekette, bir avuç, devede kulak sosyalist dışında, hiçkimse hiçbir hakkı için mücadele etmedi. Sosyalistler de esip savurmayı iyi bildiler ama her sıkıyı gördüklerinde çil yavrusu gibi dağılıp kaçtılar. Üç beş çocuk silah atmaya kalktı, kendini darağacında buldu. Tövbe, dinciler ettiler mücadele! Örgütlendiler, çalıştılar, oy verdiler, verdirdiler, hem sosyal hem siyasal bir savaş verip bu noktaya geldiler. Sosyalistler gibi aptallık etmediler. Laik hanım kızlarımız da ya “paralı koca bulup rahata erme” çabasıyla yetindiler, ya da sakız patlatarak televizyon seyretme keyfiyle... Sınıf değiştirme sürecinin yalnızca “parasal yanıyla” ilgilendiler, bu işin “üstyapısını” önemli saymadılar. Atatürk onlara haklarını vermişti ya, mesele tamamdı. Herşey hazırlop gelmişti. Devlet gerekeni gerektiği zaman nasıl olsa verirdi, büyüklerimiz herşeyi bizden daha iyi bilirlerdi, onlar ne verirlerse o kadar, ne zaman verirlerse o zaman... Örneğin Medeni Kanun 1926 yılında çıkabilir, buna karşılık kadınlar meclise ancak 1935 yılında girebilirler, yani arada dokuz yıllık “küçük” bir fark bulunabilirdi, kim ağzını açacaktı? Oysa, 12 Eylül’ün “toplumu ve özellikle gençliği dıngıllaştırma” zokasını dinciler yutmadılar, Tuna Kiremitçi’nin dediği gibi, okudular ve tartıştılar. Berikilerin “guruları” artık çişlerini tutamaz duruma düşerlerken, onlar zıpkın gibi genç aydınlar yetiştirdiler. Şimdi, Afeş’in keçisinde şafak attı! Korkuyorlar. Haklar ellerinden gidebilir. Öyleyse mücadele edecekler. Miting mi düzenlerler, yeni parti mi kurarlar, Deniz Baykal’ı mı devirirler, bazı akıllara seza ablaları gibi balıkçı takası kiralayıp Samsun limanına çıkartma yapmaya mı kalkarlar, bilmem artık. “Bürokrasinin, halkın eğitim düzeyini yeterli gördüğü ölçüde ve dönemeçte gıdım gıdım verdiği haklar” için değil, çatır çatır, söke söke kendi öz çıkarlarını korumak için. Yani demek istiyorum ki, CHP’nin “mahkeme kapılarında ağlama” yöntemiyle kurtaracağı mevzilere fazla güvenmesinler, meclis toplantı sayısı konusunda da sökmedi bu, cumhurbaşkanı seçimi konusunda da... Umarım “sivil toplum örgütü” sanıp Ergenekon çetesine falan da gitmez şabalaklar!
<< Önceki Haber HAK VERİLMEZ ALINIR Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER