Başbakan Tayyip Erdoğan ile Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül arasındaki ilişkinin, siyasette sık sık konu edildiği bir dönemden geçiyoruz. ABD’nin yeni seçilen Başkanı
Barack Obama’nın Erdoğan kendisiyle görüşmeyi beklerken Gül’ü telefonla arayıp, ilk mesajlarını ona iletmesi bu konuyu yeniden gündeme getirdi. Diplomatik kuliste de durum pek farklı değil. Yabancı diplomatlarla konuştuğunuzda laf bir süre sonra bu konuya geliyor: Gül ve Erdoğan arasında
kriz mi var?
Ankara’daki dengelere biraz yakından bakanlar, Gül ve Erdoğan arasında kriz olmadığını görürler. Bu
ülke örneğin Turgut
Özal-Süleyman
Demirel arasındaki,
Ahmet Necdet Sezer-
Bülent Ecevit arasındaki tartışmaları yaşamış bir ülkedir; onlar krizdi. Hatta
merhum Ecevit, seçilmesi için kendisinin büyük çaba sarf ettiği Sezer ile arasındaki gerilimin bir ‘devlet krizine’ gittiğini açıklamış ve bu tarihimizdeki en büyük
ekonomik krizin tetikleyicisi olmuştu. Onlarla karşılaştırıldığında, Gül ve Erdoğan arasındaki med-cezirleri kriz olarak adlandırmak doğru değil.
Özellikle de bu krizleri
Emine Erdoğan’ın
Köşk’teki davetlere Hayrünisa Gül’ün ‘Birinci Bayan’ koltuğunda oturuyor olması nedeniyle gitmediğini varsayıp bunu tek başına bir kriz göstergesi saymak, abartılı bir Kremlinoloji çabası sayılabilir.
Gazeteci yazar
Fehmi Koru’nun
Kürt sorunu başta olmak üzere Başbakan Erdoğan’ı müesses nizamın hizasına girmekle suçlayan yazılarından yola çıkıp bunu Gül-Erdoğan krizine kanıt saymak da öyle... Koru’nun Gül ile dostluğunun çok daha eski ve sıkı olduğu kendisince de ifade edilen bir gerçek.
Öte yandan Erdoğan ve Gül arasındaki ilişkinin daha Gül’ün
yemin edip göreve başlamasından önce, Gül’ün 22 Temmuz seçimleri ardından (MHP’nin 367 desteğini açıklaması ardından) adaylığını ilan edip, inisiyatifi Erdoğan’dan almasından itibaren med-cezirler yaşamakta olduğu da saklanabilir bir gerçek değil. Ateş olmayan yerden
duman çıkar mı?
Çankaya ile
Bakanlıklar arasında son zamanlarda kulislere yansıyan sorunlardan birisinin, Cumhurbaşkanı Gül’ün 28
Ekim’de Köşk’te topladığı ve muhalefet temsilcilerini de davet ettiği
Avrupa Birliği zirvesi olduğu biliniyor.
Hükümet, AB kulislerinde reform ataletine gerekçe olarak muhalefetin köstek olduğu lafını yayarken, Cumhurbaşkanı’nın diyaloğa açık görüntüsü, hükümeti Büyükelçilikler nezdine ters köşeye düşürmüş vaziyette. Gül’ün ‘memlekette hükümet yokmuş gibi’ AB konusunda inisiyatifi ele almasının,
Başbakanlık binasında yüzlerin asılmasına ve homurdanmalara neden olduğu Ankara’da yaygın konuşulmaya başladı.
Gül’ün
Ermenistan Cumhurbaşkanı
Serj Sarkisyan’ın davetine icabeten 6
Eylül’de
futbol milli maçı için
Erivan’a gitmesi ve o vesileyle
Azerbaycan bağlamında da hızla seyreden gelişmeler, Erdoğan’a ‘Bütün işi biz yapıyoruz, puanı Abdullah bey topluyor’ dedirtecek türden. Doğrusu kamuoyundaki kanı, AB gibi Ermenistan-Azerbaycan konusuna ‘sahip çıkanın’ da Gül olduğu doğrultusunda; Erdoğan ve hükümetinin bu konudaki çabaları kamuoyu algısında Gül’ünki kadar fark edilmiyor.
Cumhurbaşkanı’nın
PKK ile mücadele ve
Kürt meselesi konusunda düzenleyeceği haberleri sızdırılan yemeğin, bir türlü düzenlememiş olmasında böyle bir ‘sahiplenme’ algısının oluşması, hükümetin askerle çabalarının gölgelenmesi endişesi rol oynamış olabilir mi? Bu da Ankara’da sorulan sorulardan.
Erdoğan ve Gül arasında aslında her Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında rastlanabilecek yaklaşım farklılıklarını bir kriz olarak görmek doğru değil. Ancak bunların bir birikime yol açtığını söylemek kesinlikle mümkün. Yalnızca muhalefet sözcüleri ve medyada değil,
AK Parti içinde ve çevresinde de bu farklılıkları kışkırtmaktan, ‘Ne olacaksa olsun’ bir çarpışmaya dönüştürmekte sakınca görmeyenler mevcut.
Bir de ‘yatıştırıcılar’ var. Bunlar, Erdoğan ve Gül arasındaki farklılıkların krize dönüşmemesi için çaba harcayanlar. Bunu söylerken, sanki Erdoğan ve Gül iki cephenin lideri ve bu kişiler arada tampon, arabulucu oluyorlar gibi bir görüntü ortaya çıkmamalı; bu doğru olmaz. Ama sayacağım üç kişi, Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nın arasını bozacak gelişmelere karşı adeta itfaiye rolünü fiilen üstlenmiş görünüyorlar.
Bunların başında Profesör
Ahmet Davutoğlu geliyor. Hem Erdoğan, hem Gül’ün danışmanı ve aklına değer verdikleri bir kişi olarak her ikisi de Davutoğlu’na çok şey borçlu; bu borcu belki ileride daha çok anlayacaklar.
İkinci sırada, Başbakanın danışmanlarından Mücahit
Arslan var. Özellikle Başbakan’lık binasında zaman zaman yükselen tansiyonun yatışmasında Arslan’ın itidal telkinlerinin önemli olduğu konuşuluyor.
Üçüncü sırada, bir dönem geri plana çekildiyse de, çalışmalarıyla yeniden öne çıkan
Ömer Çelik var. Çelik fiilen Köşk’le Bakanlıklar arasında mekik dokuyor, bazı önemli konularda hem Erdoğan, hem de Gül’e fikrî
destek hizmeti veriyor.