YENİ ANAYASA VE REKTÖR ATAMALARI

Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş.


Sayın Başbakan’ın ve AK Parti İktidarı’nın 2008 yılındaki tavrını bu atasözüne benzetiyorum. Tarafsız bir gözle bakanlar, 2007 başından itibaren geçen iki yıllık dönemde, AK Parti’nin başına gelenleri açıkça görebileceklerdir. 2007 Ocak ayından itibaren CHP Lideri’nin Cumhurbaşkanlığı makamını ‘son kale’ olarak ilân edip Erdoğan ve Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtirmemek için her yola tevessül etmesi; kışkırtılan askerin 27 Nisan’da Hükûmet aleyhine muhtıra yayınlaması; CHP’nin, Kanadoğlu’nun uydurma ‘367 teorisi’ne uyarak AYM’ye gitmesi ve AYM’nin ideolojik kararı; erken genel seçimlere gidilmesi; seçimlerde AK Parti’nin kesin zaferinden sonra Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi: çağdışı başörtüsü yasağının kaldırılması için Anayasa değişikliği yapılması; CHP’nin bunun aleyhine de AYM’ye müracaatı ve AYM’nin hukuk tarihimize kara bir leke olarak geçecek hukuksuz iptal kararı, 2008 Martı’nda Yargıtay Başsavcısı’nın, -başörtüsü için Anayasa’nın tâdili üzerine- AK Parti’yi kapatma dâvası açması ve AYM’nin dâvayı kabul ederek beş ay müddetle 30 Temmuz’a kadar Türkiye’nin belirsizlik ve kaos ortamına sürüklenmesi... Beri tarafta AB müzakereleri, yapılması gerekli reformlar, Anayasa tâdilleri, Yeni Anayasa, Kürt konusunda açılım ve küresel ekonomik kriz var. Bir de zırt pırt Başbakan’ı geriye gitmekle, sanki suçmuş gibi milliyetçi olmakla ve reform yapmamakla suçlayanlar ayak altında dolaşıyorlar... *** Başbakan Erdoğan, bu müddet zarfında ricat etmiş, geriye çekilmiş ve reformlardan vazgeçmiş değildir. Lâkin, yarı militer, kısıtlı bir demokraside fincancı katırlarını ürkütmeden icraatına bıyıkla sakal arasında sıkışarak devam etmeye çalışıyor. Erdoğan, iddia edildiğinin aksine 2007’den beri ekonomik krizi yakından takip ediyor. Öyle ki, kriz üzerinde, başta CHP olmak üzere, muhtıracı militer odakların ve siyasallaştırılmış hukukun irrasyonel tesirlerinin de pekâlâ farkındadır. Sorumlu bir yönetici olarak bir taraftan ‘teğet geçme’ ve ‘hastalık’ misâllerini verirken, diğer taraftan tedbirler almaya devam ediyor (Keşke bir program açıklasaydı). Başbakan, Kürt konusundaki uzlaşmacı ve yeni açılımlara açık tutumunu da değiştirmiş değildir. DTP’nin istismar ettiği bir çift maksadını aşan sözü, bir geriye gidiş olarak kabul edilemez. Başbakan’ın daha ihtiyatlı olmasının sebepleri şunlardır: 1. AK Parti’nin aleyhinde tekrar kapatılma dâvası açılmasını önlemek. 2. İstismarcılara gerekçe vermemeye çalışmak. 3. AB’nin tek taraflı olumsuz tutumuna karşı tavır almak. 4. Bütün gücüyle ekonomik krizin aşılması ve sosyal mağduriyetlerin telâfisine çalışmak. 5. Militer kadrolarla çatışmaya gitmeden anlaşmaya gayret etmek. *** Lâkin, Başbakan Erdoğan’ın bu doğru stratejisine rağmen yapabileceği ve yapması gereken önemli hamleler de vardır. ‘Yeni Anayasa’ çalışmalarını AK Parti dışındaki siyasî parti gruplarına, parlamento dışındaki partilere ve sivil toplum kuruluşlarına yayabilir. Mahallî seçimlerden sonra Nisan 2009’dan itibaren ‘Yeni Anayasa’ ciddî şekilde gündeme getirilmeli ve tartışılmalıdır. Yeni Anayasa yürürlüğe girinceye kadar önemli reform taslakları hazırlanıp tartışmaya açılabilir. Bu durum, AB ile münasebetlerimizi de tekrar güçlendirebilecektir. Son olarak, Yeni Anayasa öncesinde bazı âcil konularda Anayasa değişiklikleri yapılabilir. Bu yazımda iki konu üzerinde duracağım: Birincisi, Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunu, görev ve yetkilerini, çalışma ve yargılama usulünü değiştiren 146., 148. ve 149. maddelerinin değiştirilmesidir. Böylece, demokrasinin ve millet iradesinin üstünde sallanan Demokles’in Kılıcı indirilebilecektir. İkincisi, Anayasa’nın yüksek öğretim kurumlarını düzenleyen 130. maddesinin değiştirilmesidir. Buna göre, rektörler YÖK’ün sıralamasının ardından Cumhurbaşkanı’nca, dekanlar ise YÖK tarafından seçilmektedir. Gül’den önce Cumhurbaşkanlığı CHP’nin ‘kalesi’ idi ve bu kalede CHP partizanı olduğu anlaşılan A. N. Sezer oturuyordu. Sezer, CHP’nin ve solun istediklerini rektör ve yüksek yargı üyesi olarak tayin ediveriyordu. Aslında AK Parti İktidarı’nın da Anayasa’dan doğan bu hakkı kullanması hukuken mübahtır. Ancak, sayın Cumhurbaşkanı, bir fazilet, demokrasi ve tarafsızlık dersi vererek bu hakkı kullanmak istemediğini söylemiştir. Yeni YÖK Başkanı da YÖK bakımından aynı görüştedir. Bu itibarla, Anayasa’nın 130. maddesi ile 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu değiştirilmeli; rektörlerin ve dekanların kendi üniversitelerince seçilmeleri sağlanmalıdır.
<< Önceki Haber YENİ ANAYASA VE REKTÖR ATAMALARI Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER