5-11
Mayıs tarihleri arasındaki bu saldırıların sırrı, 17 Mayıs’taki kanlı
Danıştay saldırısını düzenleyen Alp
aslan Aslan’ın yakalanmasıyla çözüldü.
İki eylemin failleri aynı şahıslardı.
Alpaslan Aslan, ne savcılıkta ne
emniyetteki sorgusunda,
Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan
bombaları kimden aldığını söyledi. Sadece ‘Önemli şahıstı’ dedi, o kadar. Ardından
Sincan F Tipi cezaevine kondu.
Yukarıdan vahiy mi geldi, ne oldu, kimse anlayamadı; Aslan, bir ay sonra cezaevinden savcılığa dilekçe vererek, konuşmak istediğini bildirdi.
Dedi ki: ‘Bu bombaları
avukat Süleyman Esen’den aldım. Karşılığında 2 bin YTL ödedim.’ Aslan’ın bir iddiası daha vardı: ‘Liderim
Salih (Kunter) Hoca.’
Bu iki şahıs, ‘muhafazakar’ kimlikleriyle tanınıyorlardı.
Birden soruşturmanın seyri değişti. 9 sanıklı
davada; Alpaslan Aslan’la birlikte Süleyman Esen ve Salih Kunter, ‘
Çete reisi’ olarak yer aldı.
Çetenin yapısı ve amacı ise iddianamede şöyle
tarif edildi: ‘Şüpheliler ile maktul ve mağdurlar arasında şahsi hiç bir husumet bulunmadığı,
türban örtüsü ile ilgili
Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan
karikatür ile Danıştay 2. Dairesi’nce verilen türban kararını esas alan
şüpheliler bir araya gelerek böyle bir oluşum meydana getirmişlerdir. Oluşum
toplum üzerinde
baskı kurmak, kendi deyimleriyle
ders vermek amacı ile örgütleşmiştir. Terör örgütlerinin kuruluşunda amaç önemli bir unsurdur. Türban örtüsünü korumaya yönelik örgütlenmiş bu oluşumda bu husus açıkça görülmektedir.’
İddianameye göre, ortada bir ‘Türban Çetesi’ vardı.
Sonra ne oldu?
Alpaslan Aslan, ilk celsenin yapıldığı 11
Ağustos 2006 günü söz alarak, ‘Ben Süleyman Esen’den bomba almadım. Daha önce yalan söylemişim’ deyiverdi.
Cumhuriyet’e atılan üç bombanın (TAPA M204 A2 KF-MKE-173 9-85), MKE’nin 1978 ve 1985 yıllarında ordu için ürettiği bombalardan olduğu tespit edildi.
Emekli yüzbaşı
Muzaffer Tekin’in ofisinde ele geçirilen fünyesi çıkarılmış iki
el bombasının aynı
seri üretimden olduğu belirlendi.
Ümraniye’de Astsubay
Oktay Yıldırım’ın evinde bulunan 27 el bombası, Cumhuriyet’e atılan bombalarla aynı çıktı.
Danıştay soruşturmasında ‘Dava açmaya yeterli ve inandırıcı
delil bulunmadığı’ gerekçesiyle haklarında kovuşturmaya gerek görülmeyen
Muzaffer Tekin, Mehmet
Zekeriya Öztürk ve Hüseyin Görüm, yine Ümraniye’de hortladı.
Şimdi Danıştay Davası, karar aşamasında.
Ergenekon soruşturması sürüyor. İki gelişme arasında bağlantı kurulmadan oluşturulacak hüküm, kamu vicdanında nasıl tartılır, merak ediyorum doğrusu.
Avcı’nın Küçük avı
Ümraniye soruşturması kapsamında göz altına alınan
emekli general Veli Küçük ismini,
Susurluk skandalı sırasında duyduk ilk kez. İsmi üzerinde çok konuşuldu, yazıldı, çizildi, ama kendini soruşturmaların dışında tutmayı her zaman başardı.
İlk kez ‘şüpheli’ sıfatıyla ifade veriyor.
Çok kişi, geçmişteki kötü tecrübelerden dolayı bu soruşturmadan sonuç çıkmayacağını düşünüyor ama ben aksini savunuyorum.
Küçük’ü sorguya çekmenin bile çetelerle mücadelede önemli bir merhale olduğu kanaatindeyim.
Susurluk patladığında meclisteki ilgili
komisyona 4
Şubat 1997 tarihinde giderek konuşan dönemin
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanifi Avcı’nın ismini ilk kez gündeme getirdiği tarihten bu yana aradan 11 yıl geçti.
Avcı’nın ‘
Veli Küçük, şu anda
Karadeniz Bölgesinde general zannediyorum. Bütün bu mafyacılarla çok sıkı irtibatı var’ dediğinde komisyon başkanı
Mehmet Elkatmış,
küçük dilini yutacak gibi olmuştu: Bu Veli Küçük asker mi?’
Bedri İncetahtacı, ‘Bu generalle ilgili meseleyi biraz daha açar mısın?’ diyerek şaşkınlığını gizlemeye çalışırken, Hayrettin Dilekcan şöyle diyordu: ‘
Vatan, millet,
Sakarya derken bu Veli Küçük, yani, ben, orada bağlantı kuramadım. Şimdi, bu adamlar, tahsilatı yaparken vatan, milleti kurtarmak için mi yapıyorlar?’
11 yıldır bunları konuşuyoruz. Bakalım,
çekirge bu kez zıplayacak mı?
MHP ve emniyete
demokrasi ödülü
Turgut
Özal Düşünce ve Hamle Derneği, 2007 yılı için beş dalda ödül vermek için mini bir anket düzenliyor. Ödül verilmesi planlanan branşlardan ikisi; Demokrasi ve
AB süreci.
Lütfetmişler, anket kapsamında benim de görüşlerimi sordular. Demokrasi alanında kurumsal olarak MHP ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nü önerdim. AB konusunda ise tek adayım
TOBB Başkanı
Rifat Hisarcıkoğlu’ydu.
Neden MHP?
27
Nisan Muhtırası ve 367 kararının gölgesinde seçimlere gittik. 22 Temmuz’da ortaya çıkan siyasi tabloya rağmen önümüzde ciddi bir
Çankaya sorunu vardı. MHP, bu sürece pozitif katkıda bulunarak sadece yeni cumhurbaşkanının seçimine değil demokratik sürece de
doping etkisi yaptı. Şimdi, kangren haline gelmiş türban sorununun çözümüne katkı sunuyor.
Neden Emniyet?
İktidar partisini devirme ve AB sürecini kesintiye uğratarak
Türkiye’yi kendi içine kapatmak isteyen senaristlerin tüm oyunlarını bozan birincil faktör, emniyettir. Elbette ki, arkasında güçlü bir siyasi irade bulunmayan hiçbir emniyet yönetimi, böylesine güç bir görevin üstesinden gelemez.
Tüm eksik ve yanlışlarına rağmen, özellikle
terörle mücadele ve istihbarat birimin sorumluluklarını çok iyi yerine getirdiklerini düşünüyorum.
Neden
Hisarcıklıoğlu?
Türkiye’nin AB müzakere sürecinde çok aktif rol aldı. AB üyesi olmayan 19 ülkenin ‘ilk temsilcisi’ olarak Eurochambres
Başkanlık Divanı’na oybirliği ile seçildi.
Filistin ve
İsrail liderlerini
Ankara’da buluşturarak
Ortadoğu barışına da katkıda bulundu.