SİNCAN CEZAEVİ’NDE NELER OLDU?

Cumhuriyet Gazetesi’ne 2006 yılı içinde 3 kez bombalı saldırı düzenlendi.


5-11 Mayıs tarihleri arasındaki bu saldırıların sırrı, 17 Mayıs’taki kanlı Danıştay saldırısını düzenleyen Alpaslan Aslan’ın yakalanmasıyla çözüldü. İki eylemin failleri aynı şahıslardı. Alpaslan Aslan, ne savcılıkta ne emniyetteki sorgusunda, Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombaları kimden aldığını söyledi. Sadece ‘Önemli şahıstı’ dedi, o kadar. Ardından Sincan F Tipi cezaevine kondu. Yukarıdan vahiy mi geldi, ne oldu, kimse anlayamadı; Aslan, bir ay sonra cezaevinden savcılığa dilekçe vererek, konuşmak istediğini bildirdi. Dedi ki: ‘Bu bombaları avukat Süleyman Esen’den aldım. Karşılığında 2 bin YTL ödedim.’ Aslan’ın bir iddiası daha vardı: ‘Liderim Salih (Kunter) Hoca.’ Bu iki şahıs, ‘muhafazakar’ kimlikleriyle tanınıyorlardı. Birden soruşturmanın seyri değişti. 9 sanıklı davada; Alpaslan Aslan’la birlikte Süleyman Esen ve Salih Kunter, ‘Çete reisi’ olarak yer aldı. Çetenin yapısı ve amacı ise iddianamede şöyle tarif edildi: ‘Şüpheliler ile maktul ve mağdurlar arasında şahsi hiç bir husumet bulunmadığı, türban örtüsü ile ilgili Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan karikatür ile Danıştay 2. Dairesi’nce verilen türban kararını esas alan şüpheliler bir araya gelerek böyle bir oluşum meydana getirmişlerdir. Oluşum toplum üzerinde baskı kurmak, kendi deyimleriyle ders vermek amacı ile örgütleşmiştir. Terör örgütlerinin kuruluşunda amaç önemli bir unsurdur. Türban örtüsünü korumaya yönelik örgütlenmiş bu oluşumda bu husus açıkça görülmektedir.’ İddianameye göre, ortada bir ‘Türban Çetesi’ vardı. Sonra ne oldu? Alpaslan Aslan, ilk celsenin yapıldığı 11 Ağustos 2006 günü söz alarak, ‘Ben Süleyman Esen’den bomba almadım. Daha önce yalan söylemişim’ deyiverdi. Cumhuriyet’e atılan üç bombanın (TAPA M204 A2 KF-MKE-173 9-85), MKE’nin 1978 ve 1985 yıllarında ordu için ürettiği bombalardan olduğu tespit edildi. Emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin’in ofisinde ele geçirilen fünyesi çıkarılmış iki el bombasının aynı seri üretimden olduğu belirlendi. Ümraniye’de Astsubay Oktay Yıldırım’ın evinde bulunan 27 el bombası, Cumhuriyet’e atılan bombalarla aynı çıktı. Danıştay soruşturmasında ‘Dava açmaya yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı’ gerekçesiyle haklarında kovuşturmaya gerek görülmeyen Muzaffer Tekin, Mehmet Zekeriya Öztürk ve Hüseyin Görüm, yine Ümraniye’de hortladı. Şimdi Danıştay Davası, karar aşamasında. Ergenekon soruşturması sürüyor. İki gelişme arasında bağlantı kurulmadan oluşturulacak hüküm, kamu vicdanında nasıl tartılır, merak ediyorum doğrusu. Avcı’nın Küçük avı Ümraniye soruşturması kapsamında göz altına alınan emekli general Veli Küçük ismini, Susurluk skandalı sırasında duyduk ilk kez. İsmi üzerinde çok konuşuldu, yazıldı, çizildi, ama kendini soruşturmaların dışında tutmayı her zaman başardı. İlk kez ‘şüpheli’ sıfatıyla ifade veriyor. Çok kişi, geçmişteki kötü tecrübelerden dolayı bu soruşturmadan sonuç çıkmayacağını düşünüyor ama ben aksini savunuyorum. Küçük’ü sorguya çekmenin bile çetelerle mücadelede önemli bir merhale olduğu kanaatindeyim. Susurluk patladığında meclisteki ilgili komisyona 4 Şubat 1997 tarihinde giderek konuşan dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanifi Avcı’nın ismini ilk kez gündeme getirdiği tarihten bu yana aradan 11 yıl geçti. Avcı’nın ‘Veli Küçük, şu anda Karadeniz Bölgesinde general zannediyorum. Bütün bu mafyacılarla çok sıkı irtibatı var’ dediğinde komisyon başkanı Mehmet Elkatmış, küçük dilini yutacak gibi olmuştu: Bu Veli Küçük asker mi?’ Bedri İncetahtacı, ‘Bu generalle ilgili meseleyi biraz daha açar mısın?’ diyerek şaşkınlığını gizlemeye çalışırken, Hayrettin Dilekcan şöyle diyordu: ‘Vatan, millet, Sakarya derken bu Veli Küçük, yani, ben, orada bağlantı kuramadım. Şimdi, bu adamlar, tahsilatı yaparken vatan, milleti kurtarmak için mi yapıyorlar?’ 11 yıldır bunları konuşuyoruz. Bakalım, çekirge bu kez zıplayacak mı? MHP ve emniyete demokrasi ödülü Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği, 2007 yılı için beş dalda ödül vermek için mini bir anket düzenliyor. Ödül verilmesi planlanan branşlardan ikisi; Demokrasi ve AB süreci. Lütfetmişler, anket kapsamında benim de görüşlerimi sordular. Demokrasi alanında kurumsal olarak MHP ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nü önerdim. AB konusunda ise tek adayım TOBB Başkanı Rifat Hisarcıkoğlu’ydu. Neden MHP? 27 Nisan Muhtırası ve 367 kararının gölgesinde seçimlere gittik. 22 Temmuz’da ortaya çıkan siyasi tabloya rağmen önümüzde ciddi bir Çankaya sorunu vardı. MHP, bu sürece pozitif katkıda bulunarak sadece yeni cumhurbaşkanının seçimine değil demokratik sürece de doping etkisi yaptı. Şimdi, kangren haline gelmiş türban sorununun çözümüne katkı sunuyor. Neden Emniyet? İktidar partisini devirme ve AB sürecini kesintiye uğratarak Türkiye’yi kendi içine kapatmak isteyen senaristlerin tüm oyunlarını bozan birincil faktör, emniyettir. Elbette ki, arkasında güçlü bir siyasi irade bulunmayan hiçbir emniyet yönetimi, böylesine güç bir görevin üstesinden gelemez. Tüm eksik ve yanlışlarına rağmen, özellikle terörle mücadele ve istihbarat birimin sorumluluklarını çok iyi yerine getirdiklerini düşünüyorum. Neden Hisarcıklıoğlu? Türkiye’nin AB müzakere sürecinde çok aktif rol aldı. AB üyesi olmayan 19 ülkenin ‘ilk temsilcisi’ olarak Eurochambres Başkanlık Divanı’na oybirliği ile seçildi. Filistin ve İsrail liderlerini Ankara’da buluşturarak Ortadoğu barışına da katkıda bulundu.
<< Önceki Haber SİNCAN CEZAEVİ’NDE NELER OLDU? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER