Kim ki tersini söylüyor, onun Pinokyo burnu yalandan uzuyor!
Çünkü,
İsrail’in henüz kısmen başlattığı
kara harekatı da dahil, hálen yaşanmakta olan gelişmelerin hepsi, haniyse en ince ayrıntısına dek çok önceden biliniyordu.
İlkin, hasım durumundaki
Filistinliler ve Yahudiler tarafından biliniyordu.
Sonra, káh tarafsızlığa, káh partizanlığa meyleden "seyirciler" tarafından biliniyordu.
Bu ikincilerle bütün bir Arap Álemi’ni;
Türkiye’yi ve
İran’ı; artı ABD ve AB’yi ve nihayet, "uluslararası camia" denilen
Birleşmiş Milletler bütününü katıyorum.
***
EVET her şey biliniyordu, zira Davudi yıldızlı devlet daha kasım başından itibaren, süresi 16
Aralık’ta bitecek olan altı aylık
ateşkes nihayetine ilişkin tutumu defalarca açıkladı.
İsrail hem Filistin Otoritesi’ne; hem o ateşkesin mimarı durumundaki
Kahire’ye; hem de
Ehud Olmert’in
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşme sırasında, artık
Ortadoğu’da ciddi bir aktöre dönüşmekte olan
Ankara’ya resmen bildirdi ki,
Gazze’de iktidarı yöneten
Hamas eğer söz konusu tarihten sonra ve yine Gazze topraklarını kullanarak roket atışlarına tekrar başlarsa, fiili işgal ihtimali de dahil, kendisi buna "eli ağır"
cevap verecektir.
Zaten
Tel Aviv aynı açıklamaları diplomatik arenada da tekrarlandı.
Üstelik, Siyonist Devlet bir yandan sınıra tank yığarak; diğer yandan da, abluka altındaki bölgeye ilk kez "insani
yardım" (!) gönderilmesine göz yumarak, blöf yapmadığını ve "kızışma durumunda" gerçekten harekete geçeceğini somut biçimde ortaya koydu.
***
HAMAS’ın buna karşı ne tür bir
siyaset geliştirmeyi seçtiğini ise hepimiz biliyoruz.
"Tırmandırma stratejisi"ni benimseyen İslami karakterli Filistin örgütü, daha o ateşkesin bittiği an,
yerli yapım veya İran aktarmalı roketleri karşı tarafa yollamaya başladı.
Blöf olmadığını bile bile ládes dedi ve Tel Aviv’in "restini görmekten" çekinmedi.
Yani, misilleme ve karşı-misillemelerde kim vurduya giden masumlar, her iki taraf şeflerinin açık
kart oynadığı bir "oyun"un kurbanları oldular ve heyhat, daha da olacaklar
***
O halde, en önce şunu saptayalım: İsrail ve Hamas çok radikal bir "zihniyet devrimi" gerçekleştirmediği takdirde, yukarıdaki meşûm oyun süresiz biçimde devam edecektir.
Ortadoğu’da "ara yol çözümler"e umut bağlamanın artık álemi kalmamıştır.
Atmış yıllık tecrübe, geçiçi formüllerin iflas ettiğini ve edeceğini çoktan ispatlamıştır.
Zaten şu an yaşananlar, bitmeyen ve görünür gelecekte de bitmeyecek olan o "oyun" da, ebediyen dağıtılan kağıtların tekrardan açıldığı yeni bir "el"den başka bir şey değildir.
Siyonist ordu ister Şerid’i işgal etsin; ister ciddi tahribattan sonra geri çekilsin; isterse de Gazze kısmen "uluslararası" güçle donatılsın, bunlar "ana sorunu" hafifletmeyecektir.
Kısa, çok kısa bir süre sonra, káh yine Gazze’de, káh
Batı Şeria’da, káh da bizzat İsrail bünyesindeki Arap yerleşim alanlarında mutlaka yeni çıbanbaşları patlak verecektir.
***
BU takdirde, yukarıda değindiğim gibi, yegáne ve yegáne kalıcı çareyi, karşılıklı gerçekleşecek ve çok radikal içerik taşıyacak bir "zihniyet devrimi"nde aramak gerekiyor
Başka bir deyişle, tek çözüm, İsrail’in mutlaka, mazlum ve
mağdur Filistin halkının "yaşanabilir" bir devlete sahip olmak hakkını manen ve maddeten benimsemesinden; karşı cihette ise, başta Hamas ve fasilesinden örgütler olmak üzere, Filistinlilerin de yine mutlaka o İsrail’in aynı ölçüde "yaşanabilir" devlet varlığını ruhen ve fiilen kabullenmesinden geçiyor.
Ancak bunun şimdilik hayali bir temenniden öteye gitmediğini bildiğim içindir ki, bölgedeki muhtemel gelişmelere "reelpolitik" perspektiften bakmak işini yarına bırakıyorum.