Bir soru:
Ergenekon soruşturması, ilk duyumlar devlet kurumları tarafından zamanında değerlendirilip daha önce başlatılsaydı,
Hrant Dink bugün aramızda olabilir miydi?
Bir soru daha:
Hrant Dink’in öldürüleceğine dair ihbarlar devlet kurumlarınca ciddiye alınsaydı ve sevgili meslektaşımız devlet tarafından gereği gibi korunsaydı, bugün aramızda olabilir miydi?
Boş sorular değil bunlar.
“Evet, Hrant Dink yaşayabilirdi” diye düşünenler var, üstelik devletin güvenlik güçlerinin içinde de...
Cinayete dair ihbarlar, ilki 2005’in
Ekim ayı olarak üzere bir değil, iki değil, tam üç kez yapılıyor
Trabzon emniyetine,
İstanbul’a da iletiliyor.
Ama ne Hrant Dink korumaya alınıyor, ne de harekete geçiyor güvenlik güçleri...
Yine Trabzon’da Jandarma’ya
cinayetten altı ay önce ilk ihbar yapılıyor. Bunun üstünü de Jandarma İl
Alay Komutanı
Albay Ali Öz örtüyor.
Cinayet duyumları böylece ortada kalıyor, devlet harekete geçmiyor.
Emniyet biliyor.
Jandarma biliyor.
Ama cinayet işleniyor.
Cinayetten sonra da bir süre Emniyet’te bu ihmallerin soruşturması yapılmıyor, geciktiriliyor. Jandarma’daysa sahte belgeler düzenleniyor cinayet öncesiyle ilgili olarak.
Neden?..
Avukat
Fethiye Çetin’in şu sözleri düşündürücü:
“Hrant
Dink cinayeti çok planlı bir cinayettir. Cinayet inanılmaz bir
hazırlık sürecinden sonra işlenmiştir. Hrant Dink adım adım
hedef gösterilmiştir, nefret nesnesi haline getirilmiş, yalnızlaştırılmıştır. Ondan sonra da
tetikçi tarafından öldürülmüştür. Biz, bütün bu sürecin bir arada incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Eğer devlet bu konuda kendini temize çıkarmak istiyorsa, bu cinayeti aydınlatmak zorundadır.”(
Sabah’ta Şirin Sever’in röportajı, 11 Ocak 09)
Bir yanda Dink cinayeti...
Diğer yanda Ergenekon...
Var mı ilgisi?..
Bu soru gündemde.
Ve pek öyle yabana atılamayacak bir soru...
Türkiye’de hukuk diyorsak,
demokrasi diyorsak, Dink cinayetini tüm boyutlarıyla aydınlatmak zorundayız.
Bu da yetmez.
Ergenekon’u da ciddiye almak zorundayız, sonuna kadar götürmek ve karartılmasını önlemek zorundayız, eğer demokrasi ve hukuk konusunda gerçekten samimiysek...
Ergenekon’a
burun kıvrılmasın, usul ile esas da karıştırılmasın. Usul ile ilgili bazı haklı eleştiriler, adil yargı açısından bazı haklı şikâyetler, ‘öz’ün dikkatlerden kaçırılmasına neden olmasın lütfen.
Bu arada, Ümit Kıvanç’ın geçen gün
Taraf gazetesinde Ergenekon cephanelikleriyle ilgili yazdığı şu satırları yalnız okumakla kalmayın, aynı zamanda biraz hissetmeye çalışın:
“Zorundan başlayalım: O silahları kim, niye gömdü? Ne yapılacaktı onlarla? Haydi, ‘anlamıyoruz’cular, lütfen mâkûl bir
cevap.
PKK Ankara’da
karakol basarsa bunlarla karşı saldırı yapılacaktı, falan deyin.
Ya da işi büyütüp, işgalci ABD ordusuna karşı gerilla savaşı örgütlenecekti gibi birşeyler..? Metal Fırtına olayı? Ha? Ben hemen cevap vereyim, zahmet olmasın:
Bizi öldüreceklerdi.
O halde şimdi ‘anlamıyorum’ diyen, bizi öldürmelerini de umursamayacaktır.
Bu kadar.
Başka soru:
O silahları
Teknosa’dan mı,
Carrefour’dan mı alıyorlar? Akmerkez’de var mı? Ben nadiren de olsa gidiyorum buralara, hiç gözüme ilişmiyor. Niye?
Yine girmeyin zahmete.
Buyurun:
O silahların, bombaların falan çoğu düpedüz
Türkiye Cumhuriyeti ordusuna ait. Ya da bilmediğimiz bir
takım resmî kurumlara. Bunlar kayıtsızsa başka rezalet, kayıtlı ve yokluğu fark edilmemişse başka rezalet.
Yarbay cephaneliğe giriyor, ‘Koçum, şuradan on iki
el bombası sarsana, akşama
misafir gelecek,’ diyor. (Adede takılmayın, takım olsun diye on iki.) Üçüncü bir ihtimal daha var: Bunlar birilerinin bilgisi dahilinde birilerine verilmiştir. Nasıl? Şimdi hiç anlamıyorlardır herhalde...”
İyi pazarlar!