Anlaşılan o ki
Türkiye'nin normalleşmesi daha uzun zaman alacak; çünkü
ülkenin normalleşmesi için zihni bir duruluk gerekiyor.
Kafası karışık bir kitlenin korkularından sıyrılması, vehimlerden kurtulması, bir çırpıda olmuyor. Ne acıdır ki Türkiye dışında her saniyesini "rejim sorunu"na feda eden bir ülke kalmadı yeryüzünde. İdeolojik dayatmanın sembolü haline gelmiş bir dönemin Rusya'sı, Çin'i, Arnavutluk'u bile bugün "iç düşman" sendromundan sıyrılıp, yeryüzü dengelerinde kendilerine bir yol arıyor. Gölgesiyle boğuşan bir ülkeyiz; aynaya akseden suretimizden korkuyor, suya yansıyan görüntümüzden endişe ediyor, gelecek adına kâbuslar kurguluyor ve bir hiç uğruna herkesin tir tir titremesini bekliyoruz. Böyle bir mahkûmiyetten sıyrılıp, istikbale kanat çırpılmaz ki!
Şişli Belediye Başkanı
Mustafa Sarıgül, cumhurbaşkanlığı sürecinde yapılan ve
CHP tarafından
destek verilen
Cumhuriyet Mitinglerinin doğru olmadığını söylemiş. Sarıgül'ün tarzını benimsersiniz, benimsemezsiniz; onu bilmem; ama tespiti elhak doğrudur. Benzer bir eleştiriyi
Haluk Koç yapmıştı CHP'de. 367 meselesinde yanlış yaptıklarını
itiraf etmişti Koç, ama sesini fanatiklere duyuramamıştı. Milleti kamplara bölmek, bölerken de milli birliğin sembolü olan bayrağı, cumhuriyeti ve onun değerlerini kullanmak yanlıştı; daha ötesi korkunç bir hataydı. Nişantaşı'ndan İkitelli'ye, hatta lojmanlardan varoşlara kadar uzanan bir dairede halkın sessiz infiali görül(e)medi. Çünkü birbirini
tahrik ve teşvikle harekete geçenler, aslında kendilerini toplumdan tecrit etmişti. Sokakta varlığı hissedilmeyen bir kavganın öncüsü olmaya çalıştılar; oysa sosyal ahenk hırçınlıktan, taşkınlıktan yana değildi...
Aynı ayak üzerine aksayan haşin yaklaşım devam ediyor. 28 Şubat'ta düğmeye basmakla övünen
Ali Kırca, yaşananlardan
ders çıkaracağına yeni geldiği Show TV'de o malum yanlışlarıyla işbaşı yapıyor. Gizli
kameralar yerleştiriliyor ve bayan personelin başörtüsü böyle bir metotla (!) tespit ve
tescil ediliyor. Malumdur ki bu tür haberler (ihbarlar) belli kurumlara
servis edilmek içindir. O amaçla yapılmayanlar bile raporlara dönüştürülür ve kritik toplantılarda
gündem malzemesi olur. Oysa karşımızda gizli kamera mağduru sayılabilecek bir televizyoncu duruyor. Herkes yapsa bu hatayı Kırca yapmamalı.
Bir başka medyatik heves, lisede namaz kılanların tespit edilmesi; hatta teşhir edilmesi. Dünkü bir gazetede bodrum katta namaz kılan çocuklar deşifre (!) ediliyordu. Sanki gizli bir
örgüt ya da uyuşturucu çetesi yakalanmışçasına bir sevinç var gazetede. Haberin hemen yanı başında eşcinsellere
özgürlük talep eden bir başka haber. Yani birine özgürlük, ötekine
baskı. Haberle ihbar, muhabirle
muhbir arasındaki fark anlaşılıncaya kadar sürecek bu insan avı. Yazık!
Şu başörtüsü tartışmasındaki vehim kumkumasına bakar mısınız? Milyonlarca kadın kendi iradesiyle örtünüyor bu ülkede; ama tartışmalarda bu meseleyi diline dolayanlar büyük kitleyi incitmekten çekinmiyor. Potansiyel suçlu muamelesi yapılan insanlarda inanılmaz bir tevekkül, takdire şayan bir olgunluk gözleniyor. Bu arada kimi sırtını devletin kurumlarına dayayarak aba altından
sopa gösteriyor; kimi de basit polemiklerle tribünlerden alkış toplama derdinde. Ortada kalan, binlerce
genç kız. Kırgın, dargın, yorgun... Varsın bütün saha araştırmaları halkın ezici çoğunluğunun başörtüsü yasağına karşı olduğunu söylesin, fildişi kulelerin kast sistemine bağlı hükümranlığı sürsün ve onların buyurgan ifadelerle çizdiği çizgilerin dışına çıkılmasın. Türkiye ufuk daralmasıyla karşı karşıya; kendini aşınca sıradağları da aşacak. Ne var ki ufuksuz bir zümre bu ülkenin paçalarından ellerini bir türlü çekemiyor, yakasından bir türlü düşmüyor.