Bunu bilmemize imkân yok ama hayattaki en büyük amacı kendi özgürlüğünü
kazanmak olan, onu özgür olmadığı için birilerinin istediği gibi kullandığını bilecek akılda olan Çatlı, bir
şantaj dengesi oluşturmuş, kendisini kullananları gerektiğinde zor durumda bırakacak kimi şeyleri bir
kenara koymuş olabilir.
Abdullah Çatlı, artık herkes ezberledi ama tekrarlamakta fayda var, 1980 öncesinin eli kanlı
ülkücü katillerinin önde geleniydi. 12
Eylül darbesi sonrası yurtdışına kaçtı veya kaçırıldı; çünkü Çatlı daha darbe öncesinden itibaren devletin bazı birimleriyle karanlık bir ilişki içindeydi zaten.
Yurtdışında sıradan bir
sürgün hayatına gittiğini sanıyordu ve çoğu ülkücü katil gibi bir suç işlediğini düşünmüyordu, o ‘Devletini savunmak için
silah kullanmış’tı. Devleti sürgün yıllarında ona yanaşıp yeni yeni silahlı-külahlı işler verdiğinde en önde gelen talebi, ülkesine dönebilmek, özgürlüğünü geri kazanabilmek oldu.
Susurluk öncesi döneme ilişkin çok tanıklık birikti. Hepsinde, Çatlı’nın çeşitli sahte kimliklerle ama Çatlı olduğu da biline biline,
Türkiye’nin her yerinde dolaştığı, kendine
bir af sağlayabilmek için
Meclis çatısı altında
kulis bile yaptığı anlatılıyor.
Çatlı her ne yaptıysa bunları istemeye istemeye yaptı demiyorum. Eminim Susurluk öncesi yaptıklarını da bile isteye yaptı, hatta bu işlerden ciddi para kazandı, ailesine baktı, kendi kokainini de
ihmal etmedi.
Maalesef Susurluk sonrası bir Çatlı efsanesi oluştu, oluşturuldu. Bu efsanenin önemli bir ayağını, Çatlı’nın kaza sırasında kaybolduğu öne sürülen çantası oluşturuyordu.
Çanta kayıp mı olmuştu, birileri tarafından yargının eline geçmemesi için alınmış mıydı?
Susurluk’ta kaza olduğunda otomobili polis müdürü Hüseyin Kocadağ kullanıyordu. Arkada bir başka arabada milletvekili Sedat Bucak’ın korumaları vardı ama Kocadağ çok hızlı gitmiş, arkadaki arabayla mesafeyi bir hayli açmıştı. Kaza yerine
doğal olarak ilk koruma aracı ulaştı. Onların tek derdi vardı, aşiret reisleri Sedat Bucak’ı kaza yapan araçtan çıkartmak.
O sırada
trafik ekibi de geldi.
Şu anlaşılıyor: Arkadaki araçtakiler, kazayı çeşitli kişilere haber verdiler. Haber verilenler arasında
Sami Hoştan ve Ali Yasak da (Drej Ali) var. Sami Hoştan kazayı o sırada
Kocaeli’de görevli olan
Veli Küçük’e bildiriyor,
Veli Küçük de ilk iş olarak
Balıkesir Emniyet Müdürü’nü ve Jandarma
Alay Komutanı’nı arayıp durumu haber veriyor, belki arada talimat da veriyor ya da ricada da bulunuyor.
Ne oluyorsa oluyor, kaza yapan araçtan çıkanların yazıldığı tutanağa Çatlı’ya ait bir çanta yazılmıyor. Sedat Bucak hemen hemen her şeye sahip çıkıyor, ruhsatsız silahları bile üstleniyor.
Aradan epey zaman geçiyor; Sedat Bucak yargılandığı mahkemeye, ‘Çatlı’nın çantasından bunlar çıktı’ diyerek bazı fotoğraflar ve bir
telefon rehberi veriyor. O dönem bu konuyu çok konuştuk, Çatlı’nın fotoğrafları ve telefon rehberini didik didik ettik.
Şimdi, aradan yine yıllar geçtikten sonra bu kez Sami Hoştan, ‘O çanta bende’ dedi
ama kastettiği boş bir çanta. Çünkü içindekileri Çatlı’nın eşi Meral Çatlı’ya teslim etmiş, boş çantayı da onun verdiği izinle alıp saklamış!
Ben o çantada Susurluk’u aydınlatacak önemde bir şeyler olduğuna hiçbir zaman inanmayanlardanım.
Zaten Susurluk’un aydınlatılmak için o çantaya ihtiyacı olduğunu da düşünmüyorum. Gerekli irade olsa Susurluk aydınlanırdı, dünyanın en zor işi değil.
Ama hep şuna inandım: Çatlı’nın kendi hayatını rehin alanlar hakkında bir yerlere bir şeyler koymuş olması gerekirdi.
Bir hazine aramak gerekiyorsa bence onu aramak lazım. Çatlı, kendisine yapılan şantajı dengeleyeceğini düşündüğü malzemeyi yanında taşımayacak kadar bu dünyayı bilen birisiydi.
O malzeme Çatlı’nın sadece hayat sigortası değil aynı zamanda yakalanmamasının da garantisini sağlıyordu, eğer vardıysa.
Acaba Çatlı böyle bir malzemeyi nereye koyardı veya kime emanet ederdi?