Böyle diyor Murat
Karayılan...Bunu gerçekleştirmek o kadar güç mü? Bunun için önce
PKK’nın iyice ortadan kaybolması lazım.
Askerle temasa gelmeyecek yerlere çekilmesi şart.
Talabani’nin dediği gibi, ‘PKK
ateşkes ilan ediyor ama yeterince uzaklara çekilmiyor. Öyle yerlerde duruyor ki, her seferinde askerle karşı karşıya kalıyor.’
Murat Karayılan ise, “Biz eylemsiz kararı alıyoruz, çekiliyoruz, ama asker üzerimize gelmeye devam ediyor. Bu durumda kendimizi savunmak zorunda kalıyoruz” diyor. Bu durumda ne yapılacak? Basite indirgenirse: İki taraf da duracak! Tetiğe basılmayacak
ERBİL
Kandil Dağı’nın etekleri... Geçen hafta cumartesi günü PKK’nın bir numarası Murat Karayılan’la köy evinde yaptığım dört saatlik görüşme sonrası, yemyeşil ağaçlıklı dağların arasından inişe geçtik.
Gürül gürül su akıyor.
İki yanımızdan kızlı erkekli PKK’lılar geçiyor, meraklı bakışlarını bize dikerek...
Bu arada durup bir kamyonete yol veriyoruz. Kamyonetin arkasında on beş yirmi kadar PKK’lı kız
şarkı söylüyor. Bazıları bize el sallıyor, öylece yitip gidiyorlar dağların arasından...
Namık Durukan makinesine davranıyor ama
yasak fotoğraf çekmek. “Ah abi, bıraksaydın da şu kamyoneti çekseydim, kocaman girerdi birinci sayfadan” diye hayıflanıyor.
Samsun’dan Kandil Dağı’na gelen
genç
Bir yerde duruyoruz.
‘PKK bölgesi’nin sınırı...
Renya’dan sabah vakti bizi alıp dağa çıkaran iki
kaçakçı orada. Yedi sekiz PKK’lı bizi uğurlamak için akarsuyun yanına sıralanıyor.
Biri çok genç, tüysüz bir tip. Omuzundan sarkan kalaşnikof tüfeği neredeyse boyu kadar. Samsun’dan, okulu lise sondan terkedip dağa çıkmış... Diğeri
Konya’dan gelmiş Kandil’e...
Gidiyoruz dağların arasından.
“Abi bu dağlara her gün
bomba yağdırsan ne olacak ki?” diye soruyor. Bu satırları yazarken internetten eski
Genelkurmay Başkanı
emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın
32. Gün’de söylediklerine gözüm takılıyor:
“
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tümü gitse Kandil’i temizleyemez.”
Erdoğan elini masaya vurabilir mi?
Kaçakçı cipinin ön tarafında hoplaya zıplaya yol alırken, ben kafamdaki sorularla boğuşmaya başlıyorum.
PKK da değişiyor mu?
PKK inandırıcı olabilir mi?
Barış fırsatı gerçek mi?
Silahlar susabilir mi?
Tayyip Erdoğan, asker...
Kendi kendime soruyorum:
“
Türkiye’de her şey değişebilir, hatta PKK da değişebilir, ama bizim devlet değişmez mi yoksa?”
Aslında öyle ki, devlette de, askerde de, hükümet düzeyinde de çoktandır bir arayış var. Bu işin artık silahla gidemeyeceğine, PKK’nın silahla bitirilemeyeceğine ilişkin görüşler bunca yıl sonra yaygınlaşıyor.
Bunun gibi, PKK’da da silahla, şiddetle artık yolun sonuna gelindiği bilinmekte...
Ama yine d
e devletin öylesine ezberleri, öylesine klişeleri var ki, bunları kırıp
Ankara’da radikal bir şeyler yapmak hiç de kolay değil hala...
Yıllardır aynı sorular.
Siyasal irade var mı?
Siyasal kararlılık var mı?
Yılan hikâyesi gibi...
Hep sorulur:
“Asker ikna edilebilecek mi?”
Soru ve sorun burada düğümleniyor.
Ama iki soru daha var:
Bir, siyasetçi niyetli mi?
İki, bir ‘vizyon’u var mı?
Kandil’den inerken aklıma takılıyor. Sorunu neresinden tutacağını bilerek elini masaya kararlılıkla vurabilecek bir lider profili çizebilir mi Tayyip Erdoğan?
İki taraf da duracak, tetiğe basılmayacak
“Önce silahlar sussun, kimse kimseye saldırmasın!”
Böyle diyor Murat Karayılan...
Bunu gerçekleştirmek o kadar güç mü? Bunun için önce PKK’nın iyice ortadan kaybolması lazım. Askerle temasa gelmeyecek yerlere çekilmesi şart.
Bu önemli bir nokta.
Irak Cumhurbaşkanı Talabani
Bağdat’ta 2007 yılı ekim ayında bana şöyle demişti: “PKK iyi güzel ateşkes ilan ediyor ama, yeterince uzaklara çekilmiyor. Öyle yerlerde duruyor ki, her seferinde askerle karşı karşıya kalıyor.”
Bu konuda Murat Karayılan askeri eleştiriyor. “Biz eylemsiz kararı alıyoruz, çekiliyoruz, ama asker üzerimize gelmeye devam ediyor. Bu durumda kendimizi savunmak zorunda kalıyoruz” diyor.
Bu durumda ne yapılacak?
Basite indirgenirse:
İki taraf da duracak!
Tetiğe basılmayacak.
Bu konu, 1993 yılı baharındaki PKK ateşkesinde de günceldi.
Başbakanlık koltuğunda oturan
Demirel bana şöyle demişti:
“Adam ateş kesmiş, hatta silahı bırakmaya niyetli olduğunu söylüyor. Sen tankınla topunla üstüne varıyorsun. İyi düşünmek lazım.”(*)
1993’ün nisan ayında Talabani, Şam’da
Öcalan’la görüştükten sonra Ankara’ya şöyle bir mesajla gelmişti:
Türk güvenlik güçleri de ateşkese uymalı;
Bahar Operasyonu diye bir şey varsa ertelenmeli; ileride bir
genel af çıkarılabileceğine dair işaretler verilmeli; siyasal çözüm için değişik
diyalog kanalları açılmalı...(**)
Öcalan’dan 1993 mesajı böyleydi.
1993’ün nisan ayı ortasında Bekaa’da yaptığım görüşmede, Öcalan bana bu mesajın çerçevesini çizmişti.
İşte tam o sıralarda, bugün bile daha hâlâ tam aydınlanmamış olan -ama PKK’ya ait olduğu genel kabul gören-
Bingöl saldırısıyla
33 er şehit edildi, ateşkes sona erdi; o arada Cumhurbaşkanı
Özal öldü;
Güneydoğu’da kan gölü büyümeye başladı; 17 bin küsur
faili meçhul cinayetle bir büyük hukuksuzluğa,
Susurluk’a, hatta
Ergenekon’a koca bir kapı ardına kadar açıldı ne yazık ki...
İrade varsa silahlar susar
Murat Karayılan’ın Kandil görüşmemizde ‘kaçan bir barış fırsatı’ olarak altını birçok kez çizdiği 1993 yılı ateşkesi buydu.
Aradan 16 yıl geçmiş...
Öcalan yakalandı,
İmralı’da.
Ama PKK bitmedi, hâlâ dağda!
Ama inmek istediğini düşünüyorum. Ve bugün bir barış fırsatından daha söz edilebilir. Karayılan’ın bana söylediklerini, vermeye çalıştığı mesajları Kandil’den ovaya inerken düşünüyorum.
1993’le benzerlikler yok değil.
Silahlar gerçekten susabilir mi?
‘
Provokasyon’lar önlenebilir mi?
Daha çok taze,
Mardin’deki korkunç katliamı yapanlar, korucular, kanlı baskını PKK’ya yıkacak biçimde planladıklarını
itiraf ettiler.
Peki,
ilk adım ne olmalı?
Silahların susması...
O kadar güç mü?
İki taraf da tetiğe basmaz, silahlar böylece susmuş olur.
Burada önemli olan irade ve kararlılıktır.
Bu varsa, silahlar susar.
Malum, iki tarafta da ‘savaşseverler’ var. Onların ‘provokasyon’larına karşı uyanık olmak, böyle bir süreçte en kritik noktadır.
Evet, ateşkes ilan edilecek.
PKK daha uzaklara çekilecek.
Asker de üstüne gitmeyecek!
Kısacası:
Tetiğe basılmayacak!
Murat Karayılan, Kandil’de bana, “Seçim öncesi son 25 yılın en sakin kışını geçirdik. Demek ki, asker istediği zaman bekleyebiliyormuş” derken galiba bu gerçeğe işaret ediyordu.
Bunun için gerekli siyasal irade niçin sergilenmesin Ankara’da? Son 25 yılın en sakin kışı geçirildiğine göre, asker de bekleyebildiğine göre, bu süre ne diye uzatılmasın ki?
Evet niye?
Silahların patlamadığı bir ateşkes ortamında, perde arkasında başka mekanizmalar harekete geçebilir, diyalog süreci başlatılabilir.
Murat Karayılan izlenimleriyle birlikte,
Kuzey Irak notlarının dokuzuncu ya da sonuncusu yarın bu köşede...