Çarşamba sabahı Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün davetlisi olarak Prag’a uçarken
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker Başbuğ medyanın karşısındaydı. Prag programı nedeniyle o toplantıya katılamadım.
Uçağa bindiğimizde Gül çok keyifsizdi. Doğu’dan gelen şehit haberleri karşısında sanki dokunsanız ağlayacak durumdaydı. Üzüntüsü sohbete de yansıdı.
Kürt meselesinin çözümüne ilişkin mesajlarına frenleme ihtiyacı duydu.
Terörle mücadelenin sadece silahla değil çok boyutlu olarak ele alındığını, devletin tüm kurumlarının bu konuda
ittifak içinde olduğunu ve çok yönlü çalışmalar yapıldığını anlatırken daha fazla devam etmek istemedi.
Mesajını DTP’ye uyarıyla sınırlı tutmayı yeğledi.
Gözyaşının sel olup aktığı ortamda böyle bir konuşmanın yersiz olacağını düşünüyordu sanırım. Haksız da sayılmaz.
Hep söylüyoruz, yazıyoruz; silahlar,
demokratikleşmenin önündeki en büyük engellerdendir.
Şiddet ve ağır
tahrikler, demokratik açılımları zaafa uğratır.
Gördüğünüz gibi, kısa süre önce
İran’a giderken ‘İyi şeyler olacak’ diyen Cumhurbaşkanı Gül ve
Başbakan Erdoğan susmayı, ‘
Türkiye halkı’ açılımıyla tabuları yıkan Başbuğ geri adım atmayı
tercih etti.
Normalleşme süreci ve barış ortamından rahatsızlık duyan, kandan beslenen
PKK için gelinen bu nokta, varlığını sürdürme açısından ‘
zafer’ gibi görülebilir.
oysa böyle bir
algı, sadece yanılsamadır.
Ne hazindir ki, kimi sorumsuz DTP’liler de tahrik edici ve kışkırtıcı açıklamalarla PKK’nın yelkenlerini şişirmektedir.
Ergenekon uzantılarının
bölgede döktüğü kanın hesabını sorarken, siyasetin asker vesayetinden kurtulmasını isterken, PKK’nın kanlı eylemleri ve vesayetine
itiraz etmemeleri ise DTP açısından ironi olsa gerek.
İmralı veya PKK’nın onayı olmadan belediyelerde hademenin yerini bile değiştiremeyen DTP’nin prangalı siyasetiyle demokratikleşme nutukları atması, maalesef, gıcırdatılan dişlerle barış türküsü söylemekten öte anlam taşımıyor.
Eğer DTP, barış ortamının tesisinden yanaysa omuzlarındaki yükün ağırlığına göre hareket etmesini bilmelidir. PKK’nın kanlı eylemlerini Kürtlerin idealleri için yaptığını düşünüp meşru görüyorsa, ‘her şey vatan için’ narasıyla kan döken Ergenekon uzantılarından hiç farkları yok demektir.
Çünkü, Ergenekon da PKK da kandan beslenir.
Daha önce ‘Biz Ergenekon’a inanmadık, siz de PKK’ya inanmayın’ demiştim. Aynı noktadayım.
Akıtılan kan, etnik kökene göre meşruiyet kazanmaz.
Kim
terörist derdi
Cumhurbaşkanı Gül’le sohbetimizdeki konu başlıklarından biri, saatler süren
Bostancı’daki baskındı. Çatışmada öldürülen
Devrimci Karargah örgütü yöneticilerinden
Orhan Yılmazkaya’nın iyi eğitimli biri olduğunu hatırlatan Gül, ‘Eğer suçüstü durumu olmasaydı bu şahsın terörist olduğuna kim inanır, kim şahadet ederdi’ dedi.
Tam bu esnada devreye girdim. Dedim ki; ‘Ergenekon
soruşturma sürecinde kimi şüpheliler için ‘saygın biridir, suç işlemez’ dediler. Demek saygın insanlar da suç işleyebiliyorlar.’
Gül, Ergenekon mevzuuna girmek niyetinde değildi, top ayağına gelince, bir iki laf etmek zorunda kaldı: ‘Haklısınız, yargı süreci sonuçlanıncaya kadar suçlu demek de suçsuz demek de doğru olmaz. Bırakalım yargı gereğini yapsın.’
Ergenekon’la ilgili başka sorular da oldu Gül, bu mevzuu teğet geçmeyi yeğledi.
Taşlar yerinden oynadı
Cumhurbaşkanı Gül’ün üzerinde en fazla durduğu konu ise
Ermenistan’la başlatılan yeni
diyalog süreciydi. Artık çözümsüzlüğün çözüm olarak görülemeyeceğini anlatırken tabloyu şöyle özetledi: ‘
Kafkasya’da taşlar yerinden oynatılıyor.’
Ancak bu yeni açılımın hem içeride hem dışarıda yeterince araştırılmadan tartışılmaya açılmasından çok rahatsız. ‘Türkiye’ye ayıp ediliyor’ diyor.
Bu süreç iyi yönetilirse; başta Türkiye,
Azerbaycan ve Ermenistan olmak üzere tüm bölge
ülkelerinin kazançlı çıkacağını, herkesin hayrına sonuçlanacağını düşünüyor. Bir nevi ‘kazan kazan’ modeli...
Herkesin öncelikle şu soruya
cevap araması gerektiğini düşünüyor: Mevcut durum böyle devam ederse veya değişirse bu üç ülke ne kazanır ne kaybeder? Bu soruya verilecek mantıki cevabın yeni süreci olumlu etkileyeceği kanaatinde.
Ancak doğru adım kadar zamanlamanın da çok önemli olduğuna inanıyor. 2009 yılında çözüme yaklaşılmazsa doğan fırsatı bir daha yakalamanın çok güç olacağını varsayıyor. Öyle ki, bir ayda üç kez bir araya gelecek olan hem
Sarkisyan hem
Aliyev’e açıkça söylemiş: ‘2009 yılında bu fırsatı kaçırmayın.’
Gül, Ermenistan’la diyalog süreci kesintiye uğramazsa hem ABD’nin hem diasporanın bölgeye yönelik olumsuz yaklaşımlarının eskisi kadar etkili olamayacağını söylüyor. Onun için ‘cesaretli adımlar atmamız gerekir’ diyor.
Ama şu önemli ayrıntının altını çiziyor: Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ilişkilere paralel olarak gelişme gösterecektir. Sözgelimi, Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesi gibi...
Bu sohbette dikkatimi çeken başka bir ayrıntı ise,
terörle mücadele, Kürt meselesinin çözümü ve Ermenistan’la yeni diyalog sürecine dair politikaların ‘devlet projesi’ olarak mutabakatla yürütüldüğü ifadesi oldu.
Geniş kapsamlı istişarelerden sonra varılan mutabakata dair Gül’ün şu ifadesi her şeyi özetliyor aslında: ‘Birinin yaptığını diğeri bozmuyor.’
Umarım böyle devam eder.