Esprilidir, muziptir, tuhaftır, sinir bozucudur, tahammülfersadır, hırttır, delişmendir...
Celine kahramanlarından birini al Bazorov’la çırp, üzerine biraz Bukowski muhalefeti ilave et,
Fazıl Say ve
Özdemir İnce hamuruyla karıştır, ortaya çıkan harika ‘bütün’ün adı
Serdar Turgut’tur.
Hafif bir Balthazar tadı da yok değil...
Mecburiyetten savaşa koşulmuş azıcık yorgun bir Balthazar...
Ertuğrul Özkök’le girdiği sidik yarışını kaybetti. ‘O yapar da ben yapamaz mıyım?’ların Serdar’ı, bu vehimle kimbilir kaç uykusuz gece geçirdi, nasıl paraladı kendini.
Bazı şeyler vardır ki, ancak ‘sahibi’ yaptığında değer ifade eder. Serdar’ın yapamadığı, yapamayacağı bir sürü şeyi
Ertuğrul Özkök yapmıştır. Bunu da, ‘bir şey yapıyorum işte’ yapmacığına düşmeden yapmıştır üstelik. Çünkü, yapılan şeyin nev’i, aynı zamanda bir kişilik özelliğidir...
Bu nedenle, çok şey yapabileceğini göstermiş Ertuğrul Özkök itibarsız, becerisi sınırlı olduğu halde acıklı bir ‘varolma savaşı’na yarışına giren ama hiçbir şey yapamayan
Serdar Turgut itibarlı bir adamdır...
Serdar’ı bir ‘aydın’, bir ‘
muhalif’, bir ‘solcu’ olarak ciddiye almayız.
Ona yapacağımız en büyük iyilik bu olacaktır.
Solcuymuş ve muhalifmiş gibi yaptığında,
Ruhat Mengi zekasını aratan işlere
imza atıyor ve hakikaten çekilmiyor.
Onu çekilir kılan,
Amerikan espri anlayışıyla kalkıştığı ‘tuhaf ötesi’ yazılarıdır yine de...
Haa, Ruhat Mengi’den de,
Emin Çölaşan ihtiyacına gayet güzel
cevap veren Ahmet
Coşkun’dan da zekidir.
Cesurdur da...
Ertuğrul Özkök’ün sosyolog yanıyla yaptığı siyasal ve toplumsal analizleri, bir dönem, ‘hırt ve delişmen’ yanıyla somuta indirgemişti.
Daha doğrusu, birincisinin (yani Özkök’ün) ‘mıy mıy mıy’ bir üslupla, bin dereden su getirerek anlatmaya çalıştığı şeyi, ‘satirik’ bir
kalem olan, satirik kalmasında sonsuz yararlar bulunan Serdar Turgut
arkadaşımız Türkçeye tercüme etmiş ve ‘Evet arkadaş, teknokratlar hükümeti istiyorum. Ne var bunda?’ demişti. Bunu diyebilmişti.
Çünkü, ‘Demokrasiyi iyi eğitim almış, aydın, bilinçli kitleler olarak Serdar Turgut gibiler kurabilirdi, bu da ancak ‘teknokratlar hükümeti’yle mümkündü.’
Bu da bir fikirdir elbette...
Fakat, hem ‘demokrasiyi, anti demokratik yöntemlerle tesis etme’ fikrini seslendireceksin, hem de bu fikrin mümessillerine ‘Öteki
Türkiye’yi hatırlatıp ‘efendiler, biraz da bu yana bakın’ diyeceksin.
Serdar’ı bu nedenle bir ‘aydın’ olarak ciddiye almıyoruz.
Serdar türü vakalar için, genellikle, ‘ne yaptığını bilmiyor’ denir ve arada bir tolerans mesafesi bırakılır.
Dünkü ‘Başbuğ güzellemesi’ni okuduktan sonra fikrim değişti.
Serdar, ‘ne yapmadığını’ da bilmiyor.
Mesela, ‘sorumlu’ bir aydın olarak, bu kez bizleri, ‘
Medya içine kümelenmiş ahlaksız, ilkesiz, düşman tavırlı, gözü dönerek saldırganlaşmış bir grubun gerilla taktikleriyle sürdürdüğü iç savaşa karşı’,
İlker Başbuğ ilkeleri etrafında kenetlenmeye çağırıyor.
Görüldüğü üzere, sadece niyetini değil, ağzını da bozmuş...
İnsanın, ‘Sen ne terbiyesiz olmuşsun böyle?’ diyesi geliyor.
Hadi diyelim ki ‘teknokratlar hükümeti’ isterken bir şey yapmış oldun.
Peki, Jandarma
İstihbarat Daire Başkanı’na ‘
hizmet arz’ ederken suçüstü yakalanan medya patronuna değil de, bunu ortaya çıkaran ‘ahlaksız basın’a giydirirken ne yapmamış oldun?
Hakikaten merak ediyorum.
Bir insan ne yapmadığını bilmez mi?