Gazeteciler taşınma hakkında ne düşündüğümü sorduklarında "önemli bir konu olmadığını, İstanbul'u
finans merkezi yapmak için
Merkez Bankası'nı
taşımanın belki elzem olmadığını ama olursa iyi olacağını" söyledim. Biraz ekomagazinsel bir üslupla da şunu ekledim: "
Merkez Bankası'nın Ankara'nın ağır devlet havasını soluması yerine İstanbul'un iş havasını soluması daha sağlıklı olacaktır." Bu ifadeyle yarı
şaka yarı ciddi,
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (
TCMB) siyasal
iktidarların güdümünde iğdiş edilme tarihine ve günümüzdeki bağımsız konumuna gönderme yapmak istemiştim.
CHP ve MHP'nin TCMB'yi İstanbul'a taşıma kararıyla AKP iktidarının "Cumhuriyete kastettiğini" ciddi ciddi iddia ettiklerini duyunca hayretler içinde kaldım. "El insaf" bayanlar ve baylar. Saçmalamanın da bir sınırı olmalı. Ancak bir de baktım ki bilgi ve
analiz yeteneklerine güvendiğim kimi meslektaşlarım da "
komplo"dan doğrudan söz etmeseler de taşınmaya şiddetle karşı çıkıyor. Merkez Bankası'nın egemenlik sembolü olduğunu, bu nedenle mutlaka baş
kentte konumlanması gerektiğini savunuyorlar.
Bu koşullarda benim de konuyu ciddi ciddi tartışmaktan başka çarem kalmıyor. Önce tarihte kısa bir gezinti yapalım ve merkez
bankalarının nasıl temayüz ettiklerine bakalım. Merkez bankalarının babası Bank of England sayılır. 17. yüzyılın sonunda özel banka olarak kurulmuştur.
Hükümet bankaya
banknot (para) basma imtiyazını hazineye borç verme karşılığında vermiştir. İnişli çıkışlı bir yüzyılın ardından Bank of England, 18. yüzyılda gelişen banka sisteminin "nihai
kredilendirici" (creditor of the last resort) işlevini
rekabet süreci içinde üstlenmiştir. Likiditeye sıkışan bankalara menkul kıymet karşılığı reeskont faiziyle kendi parasını veriyor ya da kendisi nakte sıkışırsa kasasındaki menkul kıymetleri piyasada satıyordu. Bu işlev Bank of England'ı kredi hacmini/para arzını, giderek de banka sistemini denetleyen bir konuma getirdi.
Avrupa ve ABD'de merkez bankaları da benzer bir süreç içinde ortaya çıktılar.
Merkez bankalarının bu temel işlevi
doğal ve tarihsel olarak onları ülkelerin finans merkezi olan kentinde konumlanmalarına yol açtı. Finans merkezi kentin aynı zamanda başkent olması açıklanabilir tarihsel bir olgudur ama zorunluluk değildir. Örneğin FED fiilen New York'tan yönetilir. Bundesbank Bonn'da değil, Frankfurt'taydı. Bu kent şimdi Avrupa Merkez Bankası'na ev sahipliği yapıyor. Merkez bankaları ulusal egemenlik sembolü olarak doğmadılar. Tek kâğıt paraya, yani ulusal paraya geçiş de özel bankadan devlet bankasına geçiş de zaman içinde gerçekleşti.
Türkiye gibi sanayileşmeyi ve kapitalizmi ıskalayan ülkeler bu süreci yaşamadılar. Geç bir dönemde sıfırdan merkez bankaları kurdular. Bu kuruluşta ulusal egemenlik boyutu elbette mevcuttu. Özellikle
Osmanlı geçmişinde merkez bankası işlevinin
yabancı bir bankaya, Osmanlı Bankası'na
havale edilmiş olması, TCMB'yi ulusal simgeler arasına sokmuştur. Ancak Türkiye'de ulus il
e devlet, devlet ile siyasal iktidar özdeşleştiğinden, hükümet "gak" dedikçe Hazine'ye avans, "guk" dedikçe, KİT'lere kredi vererek enflasyon yaratan TCMB,
kalkınma yarışında geri kalmamızın sorumluları arasında da yerini almıştır.
2001 krizinden sonra TCMB'nin bağımsız kılınması ve
fiyat istikrarını sağlamakla görevlendirilmesi, Türkiye'nin tarihsel koşulları çerçevesinde bir devrimdir. TCMB yeni konumunda henüz rüştünü de ispatlamış değildir. İstanbul'u finans merkezi yapma çabaları fırsat bilinerek TCMB'nin (ve tabii diğer devlet bankalarının) İstanbul'a taşınmasında, olgunlaştırmaya çalıştığımız piyasa ekonomisinin etkin işleyişini desteklemek bakımından büyük yarar vardır.