Bununla birlikte, "
şeytan ayrıntılarda gizlidir" hesabı, 2007 enflasyonun ayrıntıları incelendiğinde, 2008'de enflasyonda hızlı bir düşüşün mümkün olduğunu düşünüyorum.
Enflasyonun hedeften sapmasına neden olan başlıca üç etkeni hatırlatmakla başlayalım. Önem sırasıyla:
Enerji fiyatları, tarım fiyatları ve
seçim ekonomisi. 2007'de üretici fiyatları ortalama yaklaşık yüzde 6 arttı. Buna karşılık, üretici fiyat endeksinde (ÜFE) yüzde 7,5 paya sahip kok kömürü ve rafine edilmiş petrol ürünlerinin fiyatı yüzde 20 arttı. Yüzde 18 paya sahip tarım fiyatları yüzde 16, yüzde 12 paya sahip
gıda ürünlerinin fiyatı da yüzde 13 arttı. ÜFE'nin yaklaşık üçte birini oluşturan bu üç sektörün dışında kalan sektörlerde ortalama
fiyat artışı 2007 yılında yüzde 0, yazıyla "sıfır" oldu. 2007 yılında başta
telefon ve bilgisayarlar olmak üzere pek çok malın fiyatı düştü.
Enflasyonun esas ölçüsü olarak kabul edilen ve 2007'de yüzde 8,4 oranında artan
tüketici fiyatlarında (
TÜFE) durum daha karmaşık ama perspektif çok farklı değil.
Tarım ve enerji fiyat şoku ile seçim ekonomisinin ardından gelen kaçınılmaz zamlar hariç tutulursa TÜFE artışı yüzde 6,5 oluyor. Hatta gıda fiyatları
lokanta ve
otel fiyatlarını etkilemeseydi TÜFE yüzde 6'nın da altına inmiş olacaktı.
Bahane aramıyorum. Sadece 2008 yılında enflasyonun neden hızla düşebileceğinin nesnel temellerini açıklamaya çalışıyorum. 2008'de en büyük endişe gelişmiş ekonomileri sallamaya başlayan riskli ipotek
kredilerinde yaşanan çöküşün durgunluğa neden olması. Her geçen gün
banka sisteminin bu çöküş nedeniyle maruz kaldığı zararlar büyüyor. Kredi hacminin kısıtlanacağı ve gelişmiş ekonomilerde
büyümenin düşeceği kesin. Hatta
Amerikan ekonomisinde tarım dışı istihdamın aralıkta olağanüstü düşük çıkmasıyla durgunluk olasılığı biraz daha arttı. Kürsel ekonomide yavaşlamanın dozuna bağlı olarak enerji ve ham madde fiyatları düşecektir. Eğer bir de tarımda elverişli iklim koşulları sayesinde yüksek bir rekolte elde edilirse,
biyoyakıt talebine rağmen tarım fiyatları en kötü ihtimalle atmayacaktır.
Bu uluslararası deflasyonist ortamda Türkiye'de maliye politikası
vaat edilen sıkılıkta sürdürülürse, enflasyon
Merkez Bankası'nın tahmininden de hızlı bir tempoyla düşebilir.
Merkez Bankası yönetiminin bu olasılığa karşı uyanık olması önemli. Böyle bir gelişmeyi yeterince önceden sezerek
faiz indirimlerini hızlandırması gerekir. Aksi takdirde
para politikası otomatik olarak sıkılaşacaktır. Bu gereksiz sıkılaşma zaten düşük seyredecek büyümeyi daha da aşağıya çekmekten başka bir işe yaramaz.
2008'de enflasyonda hızlı düşüş, Merkez Bankası'nın da bu düşüşe gereken tepkiyi vermesi, büyümeyi sonbahardan itibaren yeniden yükselişe geçirebilir. Yüzde 4'lük enflasyon düzeyine ne kadar
erken inilirse, reel faizleri gevşetmek de o kadar erken olur. Bir kez daha vurgulayalım, eğer hükümet maliye politikasını gevşetmez ve başta sosyal güvenlik
reformu olmak üzere,
işgücü piyasasını esnekleştirecek, hukuk sistemini de etkinleştirecek reformları 2008'in ilk yarısında gerçekleştirebilirse, yılın ikinci yarısında büyüme açısından daha elverişli bir ortam yaratılabilir.
Bu iyimser
senaryonun karşısında iki büyük risk bulunuyor. Birinci risk, hükümetin düşük büyüme nedeniyle panikleyerek maliye politikasını gevşetmesi ve popüler olmayan yapısal reformları rafa kaldırmasıdır. İkincisi, küresel durgunluk riskidir. Böyle bir gelişme
sermaye girişlerini durdurabilir. Yüksek cari açık ortamında yeni bir kur şoku yaşanır. Şokun boyutu sınırlı kalsa bile, enflasyonda düşüşü durdurmaya yeter. Her iki durumda da yukarıdaki senaryo çöpü boylar.