Yazıdaki
imza, Mısırlı aydınlarından biri olan Ahmet Behcet'e aitti.
"
Osmanlı Devleti" başlıklı yazıda, Arap dünyasıyla ilişkilerimizi olumsuz etkileyen önemli bir yaraya
parmak basılıyordu.
Bu yara,
Avrupa'nın entrikaları, bir avuç
yerli işbirlikçinin siyasi hırsları ve İttihat Terakki'nin cahilce politikaları yüzünden 1917'ye kadar süren 400 yıllık Türk-Arap birlikteliğin yeni kuşaklara nasıl aktarıldığıyla ilgiliydi. 'Arap' denince bir Türk'ün zihninde canlanan
imaj veya bir Arap'ın kafasındaki Türk imajının oluşmasında, bu tarihin nasıl öğretildiği hayati önem taşıyordu.
Mısırlı yazar da tam bu noktaya dikkat çekiyordu: "
Tarih kitaplarına doldurulan ve bizlere gerçek olaylar olarak öğretilen çok sayıda yalan vardır. Belki bu yalanların en göze çarpanı
Osmanlı Devleti'ne ilişkin olanıdır. Hepimiz liselerde, Sultan Selim'in Mısır'ı fethiyle ülkenin bilginler ve sanayiciler açısından kıtlık yaşamaya başladığını öğrendik. Öyle ki Mısır'ın
beyin gücü uçmuş ve 50 sanayi dalı ortadan kaldırılmıştı. Dahası, Türk padişahlığı için Avrupa'nın ve bizim ölmesini dilediğimiz
hasta adam tanımlaması yayıldı. Yine yaygınlaştırılan kanılardan biri de Türk hükümranlığının dünyanın en karanlık dönemi olarak sunulmasıydı. Bu kanıya göre Türkler, kılıçla fethettikleri ülkelerin Avrupa ile kaynaşmasını engelleyerek yalnızlığa itilmesi ve geri kalmasına sebep olmuştu."
Bu yaklaşım yüzünden ortalama bir Arap gencin zihninde Osmanlı, "tek bir ışık noktası bulunmayan salt bir şer gücü" olarak canlanıyordu.
Yazara göre bu karalama kampanyasının arkasında 3 kaynak vardı: Avrupa'nın büyük emperyalist ülkeleri; Roma'daki Papalık ve enternasyonal Siyonizm. Kampanyanın nedeni, Osmanlı'nın tarihte Avrupa'nın güneydoğusunu fetheden ilk
İslam devleti olması ve jeostratejik, kültürel ve maddi zenginlik bakımından dünyanın en önemli bölgelerini
kontrol ediyor olmasıydı. Amaç,
Müslüman halkın gözünde yönetimi gözden düşürmekti.
Çok
şükür, son dönemde bu tabloda önemli değişiklikler oldu.
Türkiye, komşularla iyi ilişkiye daha fazla önem veriyor.
Suriye ile savaşın eşiğinden dönen ilişkilerde bahar dönemi yaşanıyor.
AK Parti tecrübesi, Türkiye'ye ilgiyi artırıyor. Arap medyası, artık Batı üzerinden değil,
Ankara ve İstanbul'a gönderdiği muhabirler vasıtasıyla Türkiye'yi izliyor. Karşılıklı kültürel, turistik ve ticari temaslar artıyor. Ancak bir dönemin kalıntılarını gidermek için daha sistemli çalışmalara ihtiyaç var. 2007'nin sonunda Ahmet Behcet'in bu yazısını okuduktan sonra, yeni yılın hemen başında bu doğrultuda önemli bir projeyi öğrenmek güzel
sürpriz oldu.
İslam Tarih
Sanat Kültür Araştırma Merkezi (
IRCICA) öncülüğündeki projeyle, Türkiye ve
Arap ülkeleri tarih
dersi kitaplarındaki karalamaları temizleyecekti. İlk
uygulama Suriye ile başlamıştı. Tebrik için aradığım IRCICA Direktörü Dr.
Halit Eren, yeni nesillerin düşmanlık tohumları ekilmeden yetiştirilmesi gerektiğini, bu çalışmanın gerçekler tahrif edilmeden yapılacağını söylüyordu. IRCICA, İslam Konferansı Örgütü'nün bir organı olduğu için projenin bütün İslam ülkelerine teşmil edilmesi de gündemdeydi. Eskiden beri bu konuda dertli olan Ahmet Behcet projeyi öğrense kim bilir ne çok sevinirdi?
Aslında bu, Avrupa'nın çoktan yapıp bitirdiği bir iş. En son 2. Dünya Savaşı'nda birbirinin şehirlerini yerle bir eden, milyonlarca insanı katleden Avrupa ülkeleri, bu acı tecrübeyi
Avrupa Birliği gibi büyük bir işbirliğine dönüştürmeyi becerdi. 20. yüzyılda iki kez Paris'i işgal eden
Almanya ile Fransa'nın bir süredir ortak hükümet toplantıları yaptığını unutmayalım.
IRCICA'nın öncülük ettiği proje, geç de olsa tarihî önyargılardan kurtulma şuurunun bizim dünyamıza da sıçradığını gösteriyor. Umarız, bu sayede Araplar, Osmanlı'nın İttihatçı paşalardan, Türkler de Arapların Şerif Hüseyin'den ibaret olmadığını öğrenir. Belki projenin kapsamı genişletilerek, kitleler üzerinde ders kitaplarından daha çok etkili olan film ve belgeseller de eklenir. Çünkü ilişkilerde alınan mesafeye rağmen bazı Arap ülkelerinin devlet kanallarında Türkleri aşağılayan yıllanmış filmlerin yayınlandığını duyuyoruz.