Kanımca Say’ın demecinden çok tepkiler önemliydi.
İzledim ve bekledim.
Ve
Türkiye’de ‘tarih tekerrür etti’.
Tıpkı Pamuk olayında yaşandığı gibi.
Çok az kişi konuya nesnel yaklaştı.
Ülkesini bırakıp giden ilk
sanatçı olmayacaktı ki Say. Daha önce nice sanatçılar, bilim adamları, aydınlar ülkelerinden ayrılmışlardı.
Nazi
Almanya’sından kaçıp çeşitli ülkelere ve Türkiye’ye sığınanlar olmuştu.
Faşist ülkeleri bile yeğleyenler vardı. Ezra Pound gibi.
Ama çoğu bunaldıkları katı rejimlerden kaçmışlardı. Stefan Zweig, Naipaul, Edward Said gibi.
Tarihimizde de pek çoktu, bunun örnekleri.
Osmanlı’da
Prens Sabahattin,
Namık Kemal,
Ziya Paşa, Agáh Efendi, Ali
Suavi’ler vb...
Erken
Cumhuriyet döneminde Refik
Halit, Adıvar’lar vb yüz ellilikler...
Daha sonraları Niyazi Berkes,
Muzaffer Şerif,
Zekeriya Sertel, Nazım Hikmet, Cem
Karaca, Demir Özlü’ler vb...
Türkiye’nin, ne yazık ki, bu konuda sabıkası kabarıktı.
Elbette hoş değildi, bu.
Ağırlık, ‘biz/onlar’ ayrımına verildiğinde, Say’ın,
demokrasinin çoğulculuk/farklılıklara saygı ilkesini kavramadığı, kimilerini ötekileştirdiği belliydi ve yanlıştı.
Ağırlık, ‘
İslamcılar güçlendi’ sözcüklerine verildiğinde ise, ‘biz İslamcı, dinci değiliz’ diyen bugünkü
iktidar ile Say buluşuyordu.
Bu nedenlerle herkes, özellikle de iktidar seçkinleri Say’ın demecini önemsemeliydi.
Çoğunluk ise, konuyu ‘cemaatçi yaklaşım’la ele aldı.
Bu yaklaşım özünde yanlıştır. Çünkü şu temel
kuralı sürgit savsar: Bir insan, yaşamı boyunca a’dan z’ye bütünüyle ne yanlıştır ne de doğru. Sıradan biri doğru; sıra dışı biri yanlış yapabilir pekála.
Bu kural, Say olayında da unutuldu.
Cemaatçilerden ‘bizciler’, tıpkı 19. yüzyıl
Fransa’sındaki Dreyfus’çüler gibi, Say’a arka çıktılar. Onun demecinden yola çıkarak, iktidara, ‘ onlarcılar’a, hatta AB’cilere,
özgürlükleri savunanlara saldırdılar.
Cemaatçilerden ‘ onlarcılar’, tıpkı Dreyfus karşıtları gibi, Say’a, ‘bizciler’e saldırdılar.
Ayrıntıya girmeyeceğim.
Beni ilgilendiren, Say’ı kınayan, aşağılayan yargılardır.
Bir görüşe karşı, en ilkel tepki, düşünen insana ve beynine yakışmayan öfkedir;
kınama, aşağılama da bu ilkel tepkinin ürünleridir.
Aslında Say, kendisi istemese bile, yararlı bir iş yaptı.
Birincisi, onun sayesinde
tartışma düzeyimizin yetersizliği ortaya çıktı.
İkincisi, düşünceyi açıklama özgürlüğünü henüz sindiremediğimiz belli oldu.
Shaw neler dememişti ki,
İngilizler hakkında: ‘Burası
İngiltere mi tırmarhane mi? (...) İngiltere, İngiliz zenginliğinin kutsandığı bir tapınak ve bakirelerin satıldıkları bir pazardır (...) İngilizler, şaşkın, kibirli, budaladırlar (...) Bu ülkede başbakan olmaktansa köpek olmayı yeğlerim’.
Ancak İngilizler uluslarını, İngilizliği aşağıladı diye bu yazarlarını cezaevlerine sokmayı düşünmediler.
Biz ise, demokrasi bağlamında görüşlerini çürütecek yerde,
Orhan Pamuk’a yaptığımız gibi, Say’ı da
yurt haini,
halk düşmanı ilan ettik, ona ‘istediğin yere git’ dedik. Onu eleştirmedik, kınadık, aşağıladık.
Oysa hukukun bu konudaki yanıtı bellidir: Düşünceyi açıklama özgürlüğünün varlık nedeni, her gün yinelediğimiz görüşleri açıklamak değil, toplumu ve bireyleri sarsan, yadırganan görüşlerin sergilenmesini; yeni tez ve antitezlerle toplumun gelişmesini sağlamaktır.
Bu özgürlük, herkese tanınan ve herkesin kullanacağı bir haktır.
Eğer sarsıcı görüşleri sergilemeyi bir hak olarak görüp, bu hakkı, onu çiğnemeye kalkışanlara karşı koruma
ödevini yerine getirmiyorsak, aramızda demokrasiyi de, düşünce özgürlüğünü de, hukuku da henüz algılayamayanlar var, demektir.
Her gün dine yollama yapanlara da bir çift sözüm olacak: Tek tanrılı dinlerin, özellikle İslam’ın temel ilkesi şudur: Kesin/tam bilgi Tanrı’ya özgüdür. İnsanın bilgisi, görecelidir/değişkendir/eksiktir. Bu yüzden bir başkasının görüşünü eksik, yetersiz, yanlış bulabilirsiniz. Ancak kendi görüşünüzün kesin/tam olduğu varsayımıyla başkasını kınar, aşağılarsanız tanrılığa özenmiş olursunuz.
Bildiğimce bu, en büyük günahtır; haddini bilmezliktir.
Özetle, beğenmesek de, Say’ın bu görüşlerini dış dünyaya yansıtma hakkı vardır. Dahası, herkes Say’ı ve görüşlerini hoş görmekle yetinemez. Hoşgörüde ‘katlanma’ öğesi vardır. Katlanmanın ötesine geçmek ve onun bu görüşlerini yansıtma hakkını kullanmasını savunmakla yükümlüdür, her insan.
Bu yükümlülük/ödev, her şeyden önce Say’ın görüşlerine katılmayanlara, iktidar sahiplerine düşer.
Üçüncü olarak diyeceğim de şu: Say olayı, çoğumuzun demokrasi sınavında kaldığımızı gösterdi.
Voltaire gibi, bizim doğrultumuzda düşünmeyenlere, ‘Sizin görüşlerinize katılmıyorum. Ancak o görüşleri söyleme hakkınızı sonuna dek savunacağım’ diyebildiğimiz gün bu sınavı geçeceğiz.
Say olayı, Voltaire’lerin azınlıkta olduğunu kanıtladı.
Beni tedirgin eden de, olayın bu yönü.