Abdullah Gül ve Pervez Müşerref, medyanın karşısına geçmişti.
Gül, kuruluşunun 60'ıncı yılını kutlayan
Pakistan'ı ziyaret ettiği ve üniformasını çıkarmasından sonra Müşerref'i ziyaret eden ilk devlet başkanı olduğu için duyduğu mutluluğu dile getirdi; iki millet arasındaki sıcak bağlardan söz etti. Ancak Gül'ün, kritik dönemde yaptığı ziyaretin amacıyla örtüşen cümlesi şuydu: "Ülkeler farklı yöntemlerle gelişme gösterebilir. Ama bunun kalıcı olması, ancak
demokrasi içinde mümkündür."
Gül, bu konuşmayı yaparken henüz
olağanüstü hal sürüyordu. 8 Ocak'ta
seçim yapılacağı ilan edilmişti; ama muhalefet, hür ve adil bir seçim yapılacağından kuşkuluydu. Önemli
muhalif liderlerden
Navaz Şerif, seçime katılmamayı düşünüyordu. Halk Partisi lideri
Benazir Butto kararsızdı. Bu ortamda, kaldığı otelde tüm siyasî parti liderleriyle ayrı ayrı görüşen Gül, "Demokratik sürecin içinde kalın" telkininde bulundu. Dönüş yolunda bize görüşmeleri anlatırken, onlara, Demirel'in, Erdoğan'ın ve kendisinin yaşadıklarını aktardığını ifade etti. Kendisini ve Erdoğan'ı örnek göstererek, demokrasinin, eninde sonunda mazlumları hak ettiği yere taşıyacağını söylemişti.
Perşembe günkü vahşi suikast, en azından Benazir Butto açısından demokrasinin adaletinin sınırlı olduğunu ortaya koydu. Ama saldırı, Gül'ün Ayvan-ı Sadr'daki tespitini bir kez daha haklı çıkardı. Pakistan ekonomisi son 5 yılda ortalama yüzde 7 gibi bir oranda büyümüştü. Ama demokrasi dışı yollarla sağlanan istikrar kalıcı olmuyordu. Ülke şu anda
kaosun eşiğindeydi. Demokrasi dışı bir adım atıldığında, ceketin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi gibi, bir daha meşru düzeni sağlamak kolay olmuyordu.
Pakistan'da yaşanan kaos,
ülkemizde hâlâ
darbelerden medet umanlar için ibretlik dersler içeriyor. 'Bu da nereden çıktı?' demeyin. Özden Örnek'e ait olduğu söylenen anılardan, 2004'te planlanan ama akim kalan
Sarıkız ve Günışığı darbe girişimlerini bu sene öğrenmedik mi? 27 Nisan'da e-muhtırayı yaşamadık mı?
Çete evlerinden Başbakan'ı
hedef alan suikast planları çıkmadı mı ?
İlk düğmeyi yanlış ilikleme bakımından Pakistan bizden de şanssız. Bağımsızlıktan sonraki 60 yılın 33'ünü askerî
yönetimler altında geçirmiş. Şimdiye kadar seçimle işbaşına gelen 10 hükümet, bu yöntemlerle görevden uzaklaştırılmış. Bu durumun nedenini araştıranlar, şu faktörlerle karşılaşıyor: Demokratik kültürün ve demokratik kurumların zayıflığı, siyasî liderlerin zayıflığı, askerin
sistem içindeki rolü, bir orta sınıfın olmaması, okur-yazar oranının düşüklüğü ve ülkenin karşı karşıya olduğu zor dış ilişkiler ağı... Mevcut tablonun arkasında bu faktörlerin hepsinin payı var. Lakin, kardeş ülkenin son 30 yılındaki sorunlarının ve bugün karşı karşıya olduğu zor tercihlerin temelinde,
Afganistan probleminin yattığını unutmamak gerekir. Bu yüzden, Gül'le İran'ı konuşurken, Müşerref "Aman, bir komşumuzda daha soruna dayanamayız" diyor.
Pakistan'ın 1980'lerdeki Afgan cihadı ve
Taliban'ın yükselişinde öncü rol almasındaki temel sebebin dinî olduğu sanılıyor. Halbuki ikisi de Pakistan'ın stratejik ihtiyaçlarıyla yakından ilgili.
İslamabad, 3 kez savaştığı
Hindistan'a karşı, jeopolitik derinlik sağlayacak bir alan olarak görüyor Afganistan'ı. Bu yüzden Kabil'in mutlaka dost bir yönetimin elinde olması, hayati önem arz ediyor. Bir de yönetimdeki grubun Peştun olması. Diğer grupların, Hindistan tarafından desteklendiği düşünülüyor. İslamabad'ın Afgan cihadında desteklediği ismin Peştun asıllı Hikmetyar olması ve Taliban'ın da bir Peştun hareketi olması bu tezi doğruluyor.
Ayrıca bizim için ikisi de kardeş ülke olduğu için anlamakta zorlansak da Pakistan-Afganistan ilişkileri, ilk günden sorunlu başlamış. İki ülke arasındaki sınırı belirleyen ve İngilizler tarafından çizilen Durand Hattı'nı şimdiye kadar hiçbir Afgan yönetimi tanımamış.
Rusya ile
İngiltere arasındaki Büyük Oyun'un kalıntısı olan bu hat,
Türkiye'nin
Irak ve
Suriye sınırı gibi kardeş
halkları bölen suni bir sınır. Öteden beri Afganistan'ın, Pakistan'ın
Kuzey Batı
Sınır Eyaleti'nin bir bölümü üzerinde hak iddiası var. 1950 ve 1960'larda Afganistan'ın, bu bölgedeki ayrılıkçı Peştun hareketlerini desteklediği belirtiliyor. Hatta bu sorun yüzünden Afganistan, Pakistan'ın BM üyeliğini onaylamayı reddeden tek ülke olarak biliniyor. Biliyorsunuz, iki ülkenin liderlerini barıştırmak için Türkiye aracı oldu.
Şu anda Pakistan'da yaşanan sorunların büyük bir kısmı, yukarıda belirtilen stratejik ihtiyaçlardan dolayı geliştirilen Afganistan siyasetinin, 11 Eylül'den sonra 180 derece değişmesinden kaynaklanıyor. El Kaide'yi himaye ettiği için ABD'nin hedef seçtiği Taliban, Pakistan devletinin desteğiyle büyüdü. İslamabad, Suudi
Arabistan ve
Birleşik Arap Emirlikleri ile beraber Taliban'ı resmen tanıyan 3 ülkeden biriydi. Afgan cihadında olduğu gibi, Taliban'ın başarısı için ülke bütün imkânlarıyla devredeydi. Özellikle Peştunların yaşadığı kuzey bölgelerde halk, medreseler, siyasî gruplar, Taliban yanında savaşmak için
teşvik edildi. Kuzey'deki medreselerin, öğrencilerin savaşa katılması için kapatıldığı oldu. Önceki gün öldürülen Butto'nun İçişleri Bakanı Nasrullah Babar, Taliban'ı bir fırsat olarak görmüştü. Afganistan'a barış getireceğini, Pakistan'ın
ekonomik ve stratejik çıkarlarına
hizmet edeceğini sanıyordu.
Amerika, bütün suçu Pakistan'a atıp sorumluluktan kurtulamaz. Çünkü hem Sovyet işgali hem de Taliban olayında ABD sürecin içindeydi. O kadar ki, savaşı teşvik için Nebraska Omaha Üniversitesi'nin 1980'lerde bastığı kitaplar, Afgan kamplarında ve Pakistan medreselerinde dağıtılmıştı. Hatta bu kitapları daha sonra Taliban'ın bile kullandığı söyleniyor. Detay isteyenler, Zahid Hussain'in Frontline Pakistan kitabına başvurabilir.
Nihayet, 11 Eylül'de Müşerref liderliğindeki yönetim, ABD'nin "Benimle misin, karşımda mı?" şeklindeki müzakereye kapalı teklifiyle karşılaşınca kesin tercihini yaptı. 11 Eylül'de Washington'da olan ve uçuşlar yasaklandığı için geri dönemeyen Pakistan istihbarat şefi General
Mahmud Ahmed, 7 maddelik talep listesini şartsız kabul etti. Taliban'ın şaşırtan hızlı düşüşü de bu sayede mümkün oldu. Ama Müşerref'in yaptığı bu tercihi, süreçte rol alan
sivil-asker bürokrasinin, halkın, özellikle de önceki
politikalar doğrultusunda yönlendirilen kuzeydeki grupların aynı hızda yapması mümkün müydü? Nitekim, şimdi Müşerref ABD'ye yaklaştıkça, hâlâ eski politika çizgisindeki vatandaşlarından uzaklaşmış; ABD'den uzaklaştıkça ise kendi geleceğini ve ülkenin Afganistan-Hindistan-ABD dengesindeki nazik konumunu riske atmış oluyor. Demokrasi yönündeki çabalar, ABD ile özdeşleştirildiği için
bomba ile karşılık görüyor. Kısacası, ne yapıp edip düğmeyi doğru iliklemek gerekiyor. Çünkü yanlış düğmeyi düzeltmek hiç kolay olmuyor. Umalım, kardeş Pakistan, bir çıkış yolu bulsun.