Öyle anlaşılıyor ki, Mesud
Barzani'nin yanında duran Celal
Talabani'nin yumuşatma çabalarına karşı Türkiye'nin
sınır ötesi harekâtını
protesto ettiği sıralarda
Başbakan Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı George
Bush ile telefonda görüşüyordu. Tıpkı birkaç gün önce
Dışişleri Bakanı Ali
Babacan'ın
Amerikalı muhatabı
Condoleezza Rice ile görüşmesinde olduğu gibi, bu defa da arayan Türk tarafı olmuştu. Uzunca süren dünkü görüşme Erdoğan'ın 5 Kasım'dan bu yana Bush ile ilk görüşmesiydi ve etraflı bir durum değerlendirmesi niteliği de taşıyordu.
Babacan-Rice görüşmesi ardından Genelkurmay'ın açıkladığı bir harekât dalgası daha geldiğine göre ve Barzani'nin protestoları Amerika ve
Avrupa'da artık fazla yankı bulmadığına göre, uluslararası
psikolojik eşik aşılmış görünüyor.
Dün Sülaymeniye yakınlarında Dukan kasabasında yapılan
basın toplantısı ilginçti.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi (ve KDP'nin) Başkanı Barzani Türkiye'yi
kınama dozunu artırdıkça,
Irak Cumhurbaşkanı (ve KYB'nin başı) Talabani gerilimi düşürmeye çalışıyordu. Yanıbaşında duran ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı konumunu kısmen Türkiye'nin desteğine borçlu olan
Sünni-Arap Tarık El
Haşimi Barzani'yi kışkırttıkça, Talabani "Olayı büyütmek istemiyoruz", ya da "Türkiye'nin kendisini
savunma hakkı var" diye söze giriyordu.
Basın toplantısını televizyondan izleyen bir Türk diplomat, "Bizi de sürece dahil edin demek istiyorlar" dedi, "Belki de Talabani'yi artık davet etmemiz iyi olur". Hemen arkasından ekledi: "Tabii, bu kişisel görüşüm."
Bugünlerde Ankara'da konuşulanların ne kadarının kişisel görüş, ne kadarının resmi
politika olduğunu anlama sıkıntısı var.
Başbakan'ın 2 ve 5 Kasım'da önce Rice, sonra Bush'a anlattığı kapsamlı planın
Kürt meselesi üzerine bir tür sınır aşan havuç-
sopa politikası olduğu görülüyor.
Havuç ödül anlamında, sopa ise ceza.
TOBB Üniversitesi'ne bağlı düşünce kuruluşu TEPAV'ın uzmanlarından Dr Nihat Ali Özcan, "Sopanın ne olduğu belli" diye söze giriyor: "Bir yandan operasyonlar, ABD başta olmak üzere uluslararası diplomatik
baskı, AB'nin müdahil olmayan tutumu ortada. Ama havuçun ne olduğu konusunda belirsizlik var. Havuç yalnızca dağdan indirme planı mı, ya da sınırlı bir af mı, yoksa başka siyasi-hukuki adımlar da var mı? Bu konuda Ankara'da herkesin mutabık olup olmadığından emin değilim."
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek de dün bu konudaki sorulara yeterince açıklık getirmedi.
Dr. Özcan asker ve hukuk kökenli bir üniversite mensubu, önde gelen
terörle mücadele uzmanları arasında sayılıyor.
İşe yarayabilecek bir havuç-sopa politikasını, bu çerçevede bir yol haritasını şöyle tahlil ediyor:
Birinci aşama: Örgütte
silah bırakma fikrinin oluşması.
Dr Özcan'a göre, yalnızca bu aşamayı değil, genel olarak stratejiyi başarıya ulaştıracak unsurlar ise şunlar:
- Uluslararası Ortam: ABD,
İran, AB, Irak Kürtleri,
Rusya ve petrol şirketleri
- Örgüt içi dengeler:
Öcalan faktörü, lider kadro, cephe (özellikle büyük şehirlerde) teşkilatı ve Avrupa teşkilatı
- Türkiye'nin iç dinamikleri:
Hükümet/AKP, TSK, medya, muhalefet,
sermaye, kamuoyu (ve sıra böylece başa dönüyor).
İkinci aşama: İlke ve hedeflerde uzlaşma.
- Güvensizlik ortamının aşılması gereği: Silahların bırakılması/af, lider kadronun durumu,
ekonomik sosyal
yardım, korucuların durumu, siyasi düzenlemeler ve 'üçüncü taraf'ın (Özcan, 'Bu durumda ABD' diyor) fiilen gözlemci rolü ise belirleyen unsurlar.
Üçüncü aşama: Uygulama ve gözlem süreci.
Etkileyen faktörler: Zaman, nezaret ve
kontrol, silahtan arındırma ve hukuki düzenlemeler.
Özcan, bu tahlili yaptıktan sonra stratejinin başarısını engelleyebilecek unsurları da şöyle sıralıyor: "Öcalan faktörü, Barzani faktörü, İran faktörü, Rusya faktörü, AKP-içi ideolojik sorunlar ve AKP-TSK ilişkileri"
Özcan özellikle sonuncu faktörün, "Havucun sınırlarının belirlenmesi" konusunda önemli olacağını söylüyor. Yani affın sınırları, hukuki düzenlemelerin siyasi düzenlemelerin sınırları gibi. "Çünkü" diyor, "Bunlar terörizmle mücadeleyi etkileyen unsurlar".
"Sopa belli, ama havuç belirsiz" demesine bu tahlili yol açıyor.