İkincisi
sanatçının iyi
ürün vermesiyle şartların iyi olması, beylik ifadeyle; kuş kelebek, şömine-şarap birlikteliğinin de anlamı yoktur. Hatta serbestlik, konfor, rahatlık sanatın düşmanıdır biraz. Açın sanat tarihini okuyun azıcık.
Göreceksiniz ki, büyük sanatçılar büyük baskılar, zulümler, başkaldırılar ile yapmışlardır büyük eserlerini. Dostoyevski, zindanda idi en
baba eserlerini yazarken... Cervantes,
Tophane Camii'nde
köle olarak çalışıyordu Don Kişot'u kafasında kurgulamaya başladığında. Büyük eserler, büyük acılar ile hayat bulur,
deri koltuklar, güneşli sahiller, bikinili kızlar ile değil. Madem tespit günümüz, devam edelim o halde: Bir ülkenin huzur ve
refah içinde olup olmadığını sanatçı değil başkaları belirler.
Sanatçı gözlemler, Allah'ın verdiği üretme gücü ile yorumlar ve nihayetinde diyeceğini sanatıyla söyler.
Alın bir tespit daha: İdeoloji sadece zihinsel
körlük değil, çok ciddi anlamda, hatta zihne verdiği zarardan daha büyüğünü sanata verir... İdeolojinin koltuk değnekleriyle ayakta durmaya çabalayan bir sanatın ömrü uzun olmadığı gibi, etkisi de sıfırdır. Kimse tınmaz, sanatçı ve yakın goygoycu çevresi kendi kendini kandırır, başka bir şey değil. Evrensel normda bir kıymet-i harbiyesi yoktur anlayacağınız. Bu satırları,
Fazıl Say'ı çok fazla önemsediğimden ya da ona karşı kin ve nefretle dolu olduğum için yazmıyorum. Bu konudaki samimi fikrimi bir önceki yazımda belirtmiştim. Bence bir sıkıntı var; ama teşhis yanlış olduğu için
tedavi de yanlış yerde aranıyor, ki bu bizim konumuz değil.
Madem sanatçı dedik, Ahmet Kaya'yı ele alalım mesela! Yaptığı müziği, ideolojik duruşunu, şarkılarına sinen buram buram ırkçılığı... Ancak hakkını da verelim: Özgürlük için, kendisi dışındakiler için de arzuladığı huzur ve mutluluk için mücadele eden bir sanatçı oluşunu. Azgın bir azınlığın tam orta yerine düştüğü anda yuhalanışını, çatal/kaşık saldırısına uğrayışını, ülkeden kovuluşunu... Bu da yetmezmiş gibi yurtdışında dahi peşinden koşup fotomontajlar ile manşetten çakan medyayı...
Aynı medya canım! Bugün Fazıl Say'a
Beethoven muamelesi yapıp, eldeki kumaştan 'En kahraman Rıdvan' çıkarmaya çalışan
Andıç medyası ve
yerli Pravda! Artık herkes biliyor ki, medyanın meseleyi sahiplenmesinin
özgürlük,
demokrasi, refah, mutluluk ile ilgisi yok. Artık
bunama sınırına yanaşmış bazıları ağızlarından çoktan kaçırdılar bile; 'ben
laiklik istiyorum, demokrasi istemek zorunda mıyım?' diye! Onun anladığı laikliğin ne demek olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz zira!
Olayın sanat ve sanatçıyla ilgisi olmadığını da artık herkes biliyor. Bazıları her ne kadar bu ülkeyi 'bidon kafalı' insanların ülkesi zannetse de, bu halkın, zannettikleri kadar saf olmadığını her seferinde tekrar tekrar görüyorlar; ancak yenilginin getirdiği bir doyumsuzluk var sanırım ortalıkta. Taşıma ideolojiler, portatif düşünceler, sentetik akımlar ile bu milletin
doku tipini değiştirebileceğini zannedenlerin yaşayacağı hayal kırıklığı sonsuza kadar devam edecektir. Ancak yapabilecekleri tek şey bozmaktır, ifsat etmektir. Zaten ellerindeki tek
silah ve en büyük
kale de budur. Bu milletin adına kibrit kutusu kadar bir hayırları dokunmayan, zerre miskal katma değeri olmayan (sanat olsun, ekonomi olsun) güruh, elindeki imkanları yitirebilme ihtimalinden dolayı hırçın ve gözü dönmüş olabiliyor. Kavga bunun
kavgasıdır, başka bir şey değil...
NOT: Bir yayın yönetmeninin eşi, fakiri saygısızlık ve kabalıkla suçlamış. Bugün bayram kontenjanından hanfendiye
cevap vermiyorum. Pazartesi bakacağız, kimler kaba, kimler cahil ve kimler saygısız. Cümlemizin bayramı kutlu olsun efendim!