Afakilerin gelişi durdu. Artık hepimiz buralıyız. Küçücük şehir -tabir caizse- ağzına kadar doldu. Genç-
yaşlı, kadın-erkek,
siyah-beyaz, Doğulu-Batılı her renkten, her ırktan, her dilden ve her coğrafyadan insan bir arada.
Mekke'nin sokakları nev-i beşerin bir arada sahneye çıktığı müstesna mekân. Hepsi kendi vatanında. Hiçbiri burada
yabancı değil.
Her beşeri topluluğun numunesi var ve hadiste belirtildiği üzere "Vafdullah: Allah'ın Evi'nin ziyaretçileri ve elçileri (Buhari, Hacc, 4)" olarak burada bulunuyor. Her biri O'na layık yeryüzü halifesi olma azmi içindedirler; bu arada kendi ırklarını, halklarını temsil ederler. Hamdolsun, hâlâ (ve sadece)
İslam, beşeriyetin bu sahici farklılığını tanıyor, koruyor, beşeri çeşitliliği zenginlik sayıp Tevhid bahçesinde bir arada yaşatıyor. Sosyo-kültürel manada "çokluk içinde birlik" tam da bu. Bu insanların yüzlerine yakından baktığınızda, özellikle Asya'nın ve Afrika'nın derinliklerinden gelenlerin sahici simalar taşıdığını görürsünüz; yüzlerin sahici çizgileri silinmemiş, biri diğerinin kopyası değil.
Cidde'ye adım attığınız andan itibaren büyük bir heyecan başlıyor. Şehre bu isim, beşeriyetin ilk iki insanından birine, Havva anamıza nispetle verilmiş. Anlatıma göre Havva anamız bu
topraklarda yeryüzüne inmiş. O bizim ilk kadın atamız (Ceddetena)'dır. Anamız/atamız Havva'nın
ilk adım attığı toprak parçası burası. Üç-dört milyon insanın bir araya gelmesi muhteşem bir olay. Babamız Adem ile anamız Havva'nın buluştuğu yerde dünyanın her tarafına yayılmış ırklara, dillere mensup insanlar, yani ilk kadın ve ilk erkeğin çocukları bir araya geliyor. Bu olay
Arafat'a çıkmak suretiyle sembolize edilir. Cebelü'r-rahme (Rahmet tepesi) Arafat'a çıkıldığında pamuktan bir
kule gibi oluyor.
Şafiiler biz Hanefilere göre bir gün öncesinden Arafat'a çıktıklarından kilometrelerce yol bembeyaz ihramlarını giymiş insanlarla dolar. Her yer kalabalık. Ama "yığın" değil, bilinç sahibi ve kendilerine binlerce sene öncesinden yapılmış bir çağrıya icabet etmek üzere bu kutsal meşakkate katlanıyorlar. Hiçbir yorgunluk bu kadar
tatlı değil.
Mekke sokaklarında insan seli var adeta. Henüz kimse "hacı"lık sıfatını
kazanmış değil -daha önce bu
ibadeti eda edenler başka-, yeniden ihrama girilecek. Hicri takvim bir gün öne alındığında bu yazıyı yazdığım cumartesi gününden Arafat henüz belli olmamıştı, ancak
pazartesi veya salı Arafat'a çıkılacak, Müzdelife'de vakfede durulacak, Cemerat'ta şaytan taşlanacak,
tavaf ve sa'y yapılacak, tıraş olunacak ve kurbanlar kesilecek. Bunlar tamamlandı mı, artık "hacı" olmuşsunuz. Bu yüzden
hacı adayları her gece sabaha kadar çeşitli etkinliklerde bulunuyorlar; dua edenler, namaz kılanlar,
küçük gruplar halinde kutsal mekânları gezenler... Gündüzleri inanılmaz sıcaklık var. Düşünüyorum da, bu sıcak olmasaydı ihrama girmek mümkün olmazdı, yani Mekke dışında hiçbir yerde bu ibadet eda edilemez.
Hacı adaylarının en büyük uğraşısı Harem'de namaz kılabilmek, tavaf yapabilmek. Bazen değil Harem'in iç mekânlarında, dış mekânlarında bile yer bulabilmek çok zor. Gece 24.00'te giderseniz sabah namazına belki başınızı secdeye koyabilecek kadar küçücük bir yer bulabilirsiniz. Harem
iğne atsan yere düşmez cinsinden kalabalık. Her geçen saat kalabalık artıyor. Gece gündüz Harem'de namaz kılarak, dua ederek veya Kur'an okuyarak vaktini geçirenler var. Burada kılınan
vakit namazın sevabı diğer namazlardan tam 100 bin kat daha fazla. İnsanlar bol bol kaza veya nafile namazı kılıyor, nafile tavaf yapabilenler çok şanslı. Kutsalın kesafet kazandığı bu müstesna mekânda, bembeyaz ihramı içinde yüz binlerce insan mahşerin provasını yapıyor. Herkes en yalın haliyle, başı açık ve muhtaç olarak Allah'ın huzurunda. Burada hiçbir dünyevi ve ulusal kimliğin önemi ve anlamı yok. Herkes kendi öz varlığıyla, amelleriyle baş başa. Her mü'min üzerinde kefeni kendi başına ölümün, diğerleriyle de mahşerin provasını yapıyor. Öleceğiz, dirileceğiz ve toplanacağız. İşte hepimiz bu rolü oynuyoruz.