Şu üç soru değişik zaman, yer ve koşullarda ya ayrı ayrı ya da birlikte soruluyor ve ardından bir dizi
tartışma da beraberinde geliyor:
1)
Türkiye’nin demokratik deneyimi
İslam dünyasına
model oluşturabilir mi?
2) Türkiye’nin laik deneyimi İslam dünyasına model oluşturabilir mi?
3) Türkiye’deki AKP deneyimi İslam dünyasına model oluşturabilir mi?
Bütün bu üç soruyu, yılların eskitemediği o meşhur soruyla birlikte düşünmek hiç de isabetsiz olmaz: İslam dini
demokrasiyle bağdaşır mı? Aslında AKP’nin model olabileceğini savunanlar, bir başka sorunun, yani “İslancı hareketler demokrasi saflarına çekilebilir mi?” sorusuna böylece
cevap verilebileceğini düşünüyorlar.
İslamcılar uzak, laikler yakın
İşte Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün
Pakistan ziyareti vesilesiyle sık sık bu soruları hatırladık. Gül’ün
İslamabad’daki Serena Otel’de ayrı ayrı kabul ettiği önde gelen üç muhalefet lideri, yani Pakistan Halk Partisi lideri
Benazir Butto, Müslümanlar Birliği lideri
Navaz Şerif ve Tehrik-i İnsaf lideri İmran Han biz Türk basın mensuplarına, sanki sözleşmişcesine, Türkiye’yi, özellikle de AKP’nin
iktidar sürecini çok yakından takip ettiklerini ve bunu bir tür kendilerine örnek aldıklarını belirttiler. Gül de Pakistan dönüşü ANA uçağında bize, Pakistanlı
siyasetçilere kendi deneyimlerini anlatıp sabırlı olmalarını telkin ettiğini söyledi.
İlk bakışta buraya kadar her şey normal gözüküyor. Halbuki AKP’yi kendilerine örnek aldıklarını söyleyen her üç lider de Pakistan’ın “görece laik” kanadını oluşturuyorlar. Cumhurbaşkanı Gül bu laik şahsiyetlerin kendilerini gıptayla izlemelerinden hiç şikayetçi değildi, hatta epey memnundu. Öte yandan Gül, AKP’ye daha yakın olduğunu varsayabileceğimiz Pakistan İslamcılığının önde gelen partisi
Cemaat-i İslami’nin lideri
Gazi Hüseyin
Ahmed’i “fazlasıyla rijit” (sert, katı) bulduğunu
itiraf etti. Gül’ü şaşırtan bir diğer husus da, Pakistan’ın en radikal İslamcı şahsiyeti olarak takdim edilen,
Taliban hatta
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide ile ilişkili olmakla suçlanan İslam Ulema Cemiyeti lideri
Mevlana Fazlurrahman’ın alabildiğine pragmatist ve uzlaşmaya açık tutumuydu.
Dolayısıyla Pakistanlı siyasetçiler AKP deneyimini, İslamcı bir siyasi hareketin demokrasi savunuculuğuna evrilmesinden çok,
sistem dışı olarak kabul edilen bir hareketin, arkasına
sandık desteğini alarak sistem üzerindeki askeri vesayeti adım adım kaldırması anlamında örnek alıyorlar. Nitekim Gül de, Pakistanlı
muhaliflere, sadece Recep
Tayyip Erdoğan’ın yasaklı günlerin ardından başbakan oluşunu değil,
askeri müdahale sonucu siyaset dışına itilmiş olan Süleyman
Demirel’in yıllar sonra
cumhurbaşkanı seçilmesini de örnek olarak göstermiş.
Herkese yakın
Gül’ün stratejisini en iyi “biz Pakistan’da herkese eşit mesafedeyiz” cümlesi özetliyor. Ne Müşerref’in “
Ankara bana karşı muhalefete yatırım yapıyor” diye düşünmesini, ne de muhalefetin “Ankara Müşerref’i meşrulaştırıp bizi zayıflatıyor” demesini istiyor. Bu yüzden temaslarını olabildiğince şeffaf tutmaya çalıştı. Örneğin Pakistan’a ayak basar basmaz buluştuğu Müşerref’in neler söylediğini muhaliflere;
teker teker ağırladığı muhaliflerin
itiraz ve beklentilerini de, onlardan izin alarak, Müşerref’e aktardı.
Gül’e muhaliflerle Müşerref’i buluşturmasının söz konusu olup olmadığını da sorduk. “Belki
vakit olsa olabilirdi” dedi ve Butto ile Şerif’i,
şaka yollu, Pazartesi
akşamı Müşerref’in kendisi onuruna verdiği yemeğe davet ettiğini söyledi. Kuşkusuz böyle bir
buluşma için henüz çok
erken. Ancak Şerif ile Butto, Gül’le görüştükten sonra, tam da o akşam yemeği sırasında, ilk kez bir araya geldiler ve Müşerref’in karşısına bir “talepler paketi” ile çıkma kararı aldılar.
Bunda Gül’ün girişimlerinin etkisi olmuş olabilir mi? Belli değil. Ama dünyanın herhangi bir ülkesinden bir başka devlet adamının, aynı günde hem Müşerref, hem de muhalif liderlerin hepsiyle görüşebilmesi pek mümkün gözükmüyor.
Yani bir başarı söz konusu. Dolayısıyla sorulması gereken soru şu: Bu başarıda Türkiye-Pakistan dostluğunun, Türkiye’deki laik demokratik sistemin ve AKP, dolayısıyla Abdullah Gül deneyiminin payları, ayrı ayrı ne kadardır? Yani Gül yerine bir başka Türk cumhurbaşkanı böyle bir misyon üstlenir miydi? Üstlense bunu yerine getirebilir miydi?