Bir ara kampüsün orta yerindeki kafeteryada duran bilgisayarlara gidip biraz internete bakayım dedim.
Türkiye’nin çok satan bir
gazetesinin internet
sitesini açtım, başlıklara göz atmaya başladım. Ancak arkamdan geçen üniversite öğrencilerini görünce tedirgin oldum ve sayfayı kapattım. Çünkü ekranda en az yarım düzine çıplak kadın fotoğrafı vardı ve karşımdaki yayın bir ‘gazete’den çok bir ‘erotik site’ye benziyordu. Beni görenler, ‘adama bak, el álemin içinde hangi sitelerde geziyor’ diye düşünebilirdi.
Tedirginliğimi abartılı bulabilirsiniz. Ama Türk medyasının kayda değer bir kısmının sayfalarında ve özellikle de internet sitelerinde başka her şeyden çok ‘kadın vücudu’ sergilendiğinin sanırım siz de farkındasınızdır. Hatta bir ara Suudi
Arabistan gibi ‘internet bekçiliği’ yapan ülkeler bu yüzden bu gazetelerin sitelerini yasaklamıştı. Sonra ne olduysa bizimkiler ‘
temiz internet’ kampanyası başlattı. Ama kısa süre sonra her şey eskiye döndü. Ülkenin ‘ciddi’ geçinen, kamuoyuna yön verme iddiasında olan gazetelerinin yarısı hala ‘erotik yayın’ olma sınırında geziyor. Hangilerini kast ettiğimi sanırım biliyorsunuzdur. Eminim onlar da kendilerini biliyordur.
Burada derdim ‘erotik yayın’a karşı çıkmak değil. Özgür bir toplumda her şey gibi ona da yer vardır. Batı’da erotizm de, pornografi de belirli sınırlar içinde serbesttir. Ama kendilerini bu ‘meşreb’e dahil eden yayınlar, ciddi yayınlardan ayrılır. Kendilerinde ülkenin kültürü, siyaseti, dış politikası hakkında yorum yapma hakkı gören ciddi yayınlar, bir taraftan da ‘beyaz kadın fotoğrafı ticareti’ yapmaz. Türkiye’de ise tüm bunlar içiçe geçmiş durumda.
Bu içiçe geçmişlik, aslında söz konusu gazetelerin ‘ciddi’ kısmının da ne kadar ciddiye alınması gerektiği konusunda bize ipucu veriyor. Zaten bu ‘ciddi’ kısmı biraz inceleyince, Türkiye’ye dışarıdan
bakan birisinin hayretle karşılayacağı saçmalıklar çıkıyor karşımıza. Kendi uydurdukları efsanelere sorgusuz-sualsiz inanan, bunları her gün tekrar ede ede bir tür ‘ansiklopedik bilgi’ye dönüştüren, bir tür hayal aleminde debelenip duran bir medya tablosu var ortada.
Örneğin Batı’nın Türkiye’de bir ‘ılımlı
İslam Cumhuriyeti’ kurdurmak istediği yönündeki yaygın inancı ele alalım. Türkiye’de bunu çok somut bir gerçekmiş gibi her gün tekrar edip duran kimi ‘köşe yazarları’ ve onlara inanan milyonlar dışında dünyada böyle bir ‘
komplo’dan haberi olan kimse yok. Bu ‘Beyaz Türk efsanesi’nin tek dayanağı da, bir önceki
Amerikan dışişleri bakanı
Colin Powell’ın ayaküstü verdiği bir demeçteki bir dil sürçmesi. Ama Batı siyasi sistemi ve kültürü hakkındaki bilgileri ‘Batılı
yaşam tarzı’ hakkındaki uzmanlıklarının binde birine bile yetişemeyen Beyaz Türkler için bu gibi bilgi kırıntıları, üzerine paranoyalar inşa etmek için yetiyor da artıyor bile. Paranoya tükenince yeni ufuklara açılıyor, mesela bir önceki gün haritada yerini bile gösteremeyecekleri
Malezya’ya koşuyorlar.
Karşı çıktıkları ‘iç düşman’ların nesine karşı çıktıkları da merak konusu. Başını örten milyonlarca kadını ‘türbanlı’ diye tek bir kategoriye sokup, ‘
uzaylı’ muamelesine tabi tutuyorlar. Liberalleri eleştirmek için buldukları en etkili yöntem, onlara ‘liboş’ demek. Yani liberalizm gibi koscoca bir
felsefe karşısında tek yapabildikleri, sonuna bir ‘oş’ takısı getirmek.
İşte medyamızın málum kesimleri, sadece ‘beyaz kadın fotoğrafı ticareti’ yaptıkları için değil, aynı zamanda ülkeyi içine sürükledikleri tüm bu zihinsel fakirlik için de utanç verici durumda. Yurtdışında el álemin önünde açıp rezil olmamaya çalışsak da, durum gizlenemeyecek kadar aşikár.