Şirketler son ayı bilanço makyajı ile geçirecekler. Ben de artık fırsat bulmuşken bütün dikkatimi
işadamına ve
işletmelere kaydırmış bulunuyorum.
Geçen hafta yolum
Tataristan'ın başkenti
Kazan'a düştü.
Tarih bilincimiz silindiğinden varlığını fark etmediğimiz bu Türk ilinde on sene önce kurulan (özel) Tataristan
Ekonomi, İşletme ve Hukuk Enstitüsü dev adımlar atmış. Kaliteli bir eğitmen kadrosu kurmuş. Çağın ihtiyaçlarına odaklanan bir eğitim veriyor.
Enstitü rektörü 70 yaşındaki Prof. Vitaliy G.Timiryasof, görmüş geçirmiş, vatansever bir Tatar. Bilge bir kişi. Son derece iyimser. Sorunlara değil, fikirlere ve geleceğe odaklanıyor. Tarih
hafızası ve hayalleri dipdiri.
Türkiye deyince ağzından bir daha çıkıyor. "
Balkanlar'da, Ortadoğu'da, Kafkaslar'da, Orta
Asya'da tarih boyunca başı sıkışan, ana kucağı olarak oraya sığınıyor." diyor. Tatarların
Kurtuluş Savaşı'mıza verdiği
destek biliniyor (mu?). Benim ziyaretim de onun vizyonu sayesinde. 'Türkiye ile Tataristan arasında stratejik
ekonomik ortaklığa doğru' konulu seminerde tebliğ sunmak üzere davet edildim. 'Tataristan için Asya kalkınmasından dersler' konulu bir sunum yaptım.
Türk tarihinin acı
tatlı hatıralarını kucağında büyüten bu muhteşem şehri yaşamaktan bahtiyarım. Tarih boyunca Tatar soydaşlarımızın çektiği acılar, gök kubbeyi ağlatacak, çatlatacak cinsten. Kazan Hanlığı, 1552 yılında Rusların işgali, camileri, hanları, kütüphaneleri yakıp yıkmasıyla son bulmuş. Ruslar bunu 'İstanbul'un intikamı' olarak sundu. Şehrin sekiz minareli Şah
Kulu Camii'ni yakıp yakınına devasa bir kilise yaptılar. Hanlığın başında o sırada Süyün Bike Hatun vardı. 2 yaşındaki erkek çocuğun büyüyüp işin başına geçmesini bekliyordu. Bu zaafı, düşman affetmedi.
İşgal sonrası
esir düştü, bilinmez yerlere götürüldü. Daha
anne sütü emerken esaretle tanışan yavrusu 20'sine varmadan bir kilisede öldü. 1930'larda Stalin, acıların üstüne tüy dikti. Tatarlar, ipi kopan tesbih taneleri gibi arzın her tarafına savruldu.
İşte, 1930'larda kapısına
kilit vurulan Tatar Kız Mektebi'ni geziyorum. 1990'lı yıllarda yeniden açılmış ve aynı vazifeyi yapıyor. Duvarlarına esaretin, ayrılığın ve terk edilmişliğin bütün yorgunluğu sinen binanın bir duvarında, usta bir ressamın fırçasından çıkan Süyün Bike tablosu var. Yavrusunun kucağından kopartılışı anında, anne acısını bütün yakıcılığı ile resmeden tabloda, çaresizce açılan ellerin, uzayan Süyün Bike'nin kollarının beş asır sonra adeta boynuma dolandığını, yüreğimi dağladığını hissettim. Kazan ah! Biraz rahatlayın, 2005 yılında bizim Kul Şerif Camii 'o yere' tam sekiz minareli ve muhteşem mimarisiyle yeniden inşa edildi. Şimdi buralar 'hafıza
yenileme' alanı olarak Tatar kimliğini tamamlıyor.
Konuya geleyim; ben de zannediyordum ki, Türk işadamları buralarda cirit atıyor. Ne gezer! Devletin kolları altından kurtulan inşaat sektörümüz, çok
şükür dünya liginde bir Türkiye markası olarak kendini ispat etti. 22 şirketimizle ABD ve Çin'in ardından dünya üçüncüsü oldu. Ancak
gıda,
tekstil gibi imalat sektörlerinde yokuz. İnşaat patlamış; ancak çimento fabrikası yok, lüks
araba patlaması yaşanıyor; ama hakkını verecek bir adet doğru dürüst garantili tamirci yok. Mobilyada açık fazla. Hizmet sektöründe biz iyiyiz. Bir çırpıda onlarcasını sayabilirim. Ancak saysanız ne olacak? Gidip işadamlığını da ben mi yapacağım?
Evimizle sözde işletmemiz arasında sıkışan hayatı işadamlığı zannediyoruz. Nesiniz, karar verin lütfen. Biz sıcak yataklarda, TV başında kan kaybederken, Batılı şirketler hayatın her alanını alıp götürmek üzereler. İşadamlığı, bir hayat tarzı gerektiriyor. O iyi bir gezgin, risk almasını bilen bir kişidir. Bu ise genetik değil, yani babadan çocuğa geçmiyor. Sonradan öğreniliyor. Kendinize ve bize bir iyilik yapın: Bir ay kadar Balkanlar,
Kafkasya ve Orta Asya'yı gezin. Sırf bir ay yoksunuz diye batacaksa işiniz, batıversin, bırakın.