DHA
Beytüşşebap muhabiri
Emin Bal adı birkaç gündür
gazete ve TV’lerde. Kendi halinde, ülkenin uzak bir köşesinde gazetecilik yapan bu arkadaşımız aleyhine açılan
dava, bir anda yeni
Ceza Yasasının 278. maddesini gündeme getiriyor.
Emin Bal bir teröristin cenazesini izliyor. Cenazede
PKK lehine slogan atılıyor. Bal, bunu
doğal olarak haber yapıyor. Asıl heyecan sonra başlıyor.
Beytüşşebap Savcısı arkadaşımız aleyhine dava açıyor, "suç unsuru taşıyan olayı neden yetkili mercilere bildirmedin" gerekçesiyle. O gerekçe, faşist yasalarda yer alabilecek 278’
inci maddeye dayalı. Madde, işlenen bir suç varsa, onu önce yetkili mercilere bildirmek şartı getiriyor.
İlk
duruşma önceki gün. Mahkeme 17 Ocak’a erteliyor.
KANITI VAR
Güneydoğu’da gazeteci olmak zor. Terörle mücadele koşullarında gazetecilik daha da zor. Bunun dünyada pek çok örneği var. Emin Bal örneğinde daha da farklı bir örnek var.
Geride kalan aylarda, Emin Bal’a defalarca ajanlık öneriliyor. Bal bunu kabul etmiyor.
Önerinin kanıtı nerede? Bal,
Şırnak Valiliği’ne bir dilekçe ile başvurarak, bu duruma son verilmesini istiyor.
Dilekçe sonrasında, ajanlık önerileri rafa kalkıyor.
ORADA KALMIYOR
Güneydoğu’da gazeteci olmak zor. Terörle mücadele koşullarında gazetecilik daha da zor.
Olay, sadece ajanlık önerisiyle sınırlı değil. Devamı var. Devamı, Güneydoğu koşullarının
aynası.
Yaptığı çeşitli haberler sonrasında, Bal’ın bürosu
emniyet tarafından altı kez aranıyor.
Bu bir biçimde bize ulaşan bilgi. Orada kim bilir daha neler yaşanıyor? Nelerin yaşandığı oradaki gazetecilik koşullarını anlatan kitaplarda ayrıntılarıyla anlatılıyor.
Bu insanlar gazetecilik mi yapacak, yoksa faşist 278. madde ile her türlü
baskı arasında sıkışıp mı kalacak?
Ajanlık önerisine karşı, benim alternatif önerim var.
Gazeteciler Cemiyeti,
Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği ve diğer basın kuruluşları bir
ekip oluştursun, Güneydoğu’ya göndersin ve gazetecilik koşuları yerinde incelensin.
Tamam,
terörle mücadele sonuna kadar yanındayız, ama, bu gazeteciyle mücadeleye dönüşmesin.
Nihat ve
altın madalya ile yuhalanmak
BENZERİ konuşma ve uygunsuz tepkileri görünce, aklıma hep aynı sahne geliyor.
1984 Olimpiyatları. Carl Lewis atletizmde dört
altın madalya kazanarak, Olimpiyat tarihine geçiyor. Muhteşem bir başarı. Bunu kutlamak için, stadyuma çıktığında, başarıyı içine sindiremediği el-kol hareketlerinden, abuk sabuk konuşmalarından belli. Tribünlerde binlerce insan alkışı kesiyor, hep bir ağızdan Lewis’i yuhalamaya başlıyor. Dört altın madalya ama, yuh sesleri.
Norveç ve
Bosna-
Hersek maçlarının en başarılı
futbolcularından biri Nihat. Attığı gollerle, başarıda önemli pay sahibi. İyi futbolcu.
Bosna-Hersek maçından sonra TV’de Nihat’ı dinliyorum. Dün gazetelerde sözlerini okuyorum. Ohoooo, Nihat almış başını gidiyor:
"Eleştirenleri şiddetle kınıyorum, yenilgide yüzümüze bakmayanlar şimdi sarılmak için sıraya giriyor, hocaya
istifa etsin, diyenler, şimdi ne diyecek." vs., vs.
Haddini aşan bir
araba laf. Sevinci öfkeye taşıyan ilkel bir tavır.
2008
Avrupa Şampiyonası’na katılmak elbette güzel. Ama, ne oluyoruz böyle?
Federasyon Başkanı ile hocası ile futbolcusu ile bunlar kendinden geçmiş, ağızlarından çıkanı kulakları duymuyor.
Başarı yerini
hasta ruha bırakıyor. Başarıyı içine sindirmek, ne de olsa bir kültür meselesi.