Dünkü Zaman'da M. Şükrü Hanioğlu, "
Osmanlı'nın çöküş süreci"nden yola çıkarak, "zamanlama"nın hayati değeri üzerinde duruyor.
Bence
Ankara'da karar vericilerin özenle, altını çizerek değerlendirmesi gereken bir yazı.
Hanioğlu, "Osmanlı merkezi, diyor, çevreden kendisine değişen değerler çerçevesinde yöneltilen talepleri
cevaplayamadığı gibi, onları kavramakta dahi zorlanıyordu." Hanioğlu'na göre, "ıslahat" diye attığınız adımlar, başlangıçta "devrim" niteliğinde algılanabilecekken, zamanlamayı sağlıklı yapamadığınız takdirde, "omuz silkilecek" bir
uygulama haline dönüşebiliyor. Daha kötüsü, daha yüksek taleplerin tetikçisi haline gelebiliyor. Ve daha da kötüsü, "istem sunma tekelinin müfrit milliyetçi örgütlenmelerin eline geçmesi neticesini
doğurabiliyor."
Hanioğlu diyor ki: "Bu noktadan sonra gerçekte üretilen siyasetleri belirleyen, merkezdeki ricâl, toplumlardaki sessiz çoğunluklar, ya da değişen değerler değil söz konusu şikâyetleri bir talepler manzumesi haline getiren radikal milliyetçilerin söylem ve eylemleri oluyordu." Yani inisiyatif merkezin elinden çıkıyor, örgütlerin eline geçiyor. Hanioğlu,
Ermeni meselesinde "Osmanlı merkezinin Ermeni siyasetinin belirleyicisi Daşnaksutyun ve Hınçakyan komitelerinin söylemleri ve talepleri" olduğunu, Arnavut meselesinde ise inisiyatifin, Arnavut örgütlerinin eline geçtiğini ifade ediyor.
Hanioğlu müşahhas örnekler veriyor. "Osmanlılık kartı" nın nasıl işlemez hale geldiğini onun satırlarından okuyalım: "Asrın başında değişik Osmanlı anâsırı içinde ciddî sayıda
taraftar bulabilecek, askerî sınıfı değil herkesi kapsayan "Osmanlı" üst kimliği asrın ikinci yarısında
Müslüman Arnavutlar tarafından dahi bir asimilasyon, üstü kapalı "Türkleştirme" siyasetinin reddedilmesi gerekli aracı olarak yorumlanabilmiştir." Hanioğlu, benzeri bir zamanlama hüsranının, Arnavutlar konusunda yaşandığını anlatıyor. Bunu da onun satırlarından okuyalım:
"İlişkilerin gerginleşmesi ve milliyetçilerce kışkırtılan eylemlere Osmanlı merkezinin verdiği olağanüstü sertlikteki cevap neredeyse tüm Arnavut nüfusun milliyetçilerin arkasında Osmanlı merkeziyle çatışması neticesini yaratmıştı." "Bu noktadan sonra devlet tarafından verilen tavizler (Kur'an dışında tüm derslerin Arnavutça ve yeni alfabeyle okutulmasına müsaade, çetecileri de kapsayacak
genel af, askerlik hizmetinin yeri konusundaki düzenlemeler) ise tatmin ve merkeze yönelik
destek sağlama yerine daha da yükseltilen taleplere neden olmuştu....
Bu açıdan bakıldığında 1912 yılında
Balkan Savaşı'nın en zor günlerinde Arnavutluk'un bağımsızlığını ilân eden İsmail Kemal'in, Arnavut milliyetçiliğinin zaferinin aslında, 1908 sonrası İttihad ve Terakki'nin kimlik temelli, her türlü talebi ayrılıkçılık olarak reddeden siyasetleri tarafından hazırlandığını ifade etmesi oldukça yerinde bir tespittir." (Zaman, 22 kasım 2007) Doğu -
Güneydoğu zemininde "
İslam ortak paydası", "
Türkiye vatandaşlığı üst kimliği" gibi aslında kavrayıcı olduğu düşünülen yaklaşımların ciddi anlamda tartışılır hale geldiği zamanları yaşıyoruz. "
Merkezin hataları" büyük yaralar açtı.
Bir süredir, Ak Parti hükümeti şahsında Ankara (yani merkez) yara sarıyor denebilir. 22 temmuz sandığı, Doğu - Güneydoğu adına önemli bir şans kapısı açtı. Halk, etnik milliyetçiler yerine merkezden bir partiyi kendisine yakın buldu. Şu sıralar,
terör de
kontrol edilebilir ve etkisizleştirilebilir noktada. Yani "zaaf"la, mağlubiyet sürecinde bir "hak verme" söz konusu değil.
Öyleyse, Türkiye'nin sisteminde iyileştirmeler adına "insani bir hamle" yapılması için her şey uygundur. Ankara, yani Ak Parti ve tüm devlet, Osmanlı'nın son dönem hatalarına düşmeksizin, siyasi basiretle hareket edip, sancılı alanların iyileştirilmesi için sür'atle harekete geçmelidir.