Milli Takımın
Avrupa Futbol Şampiyonasından elenmesi...
Elenmemek için...Önceki günkü maçı almamız gerekiyordu...
Muhakkak almamız...
Beraberlik bile kesmiyordu...
***
Milli Takımlar Ana Sponsoru
Ülker Şirketler Grubu, gizli bir esprinin de keyfini mi çıkarmak istedi bilmiyorum ama ‘İkinci
Cumhuriyet Milli Takımı’ on birini kuran, kendini
Carlos mevkiine, beni de stoperliğe uygun gören
Cengiz Çandar’ın da içinde bulunduğu bir grubu bu maç için
Oslo’ya davet ettiğinde, sıkıntılı bir durum vardı...
Bu yetmezmiş gibi, zar zor Oslo’daki yirmi beş bin kişilik stada girip, Türk
futbolseverlere ayrılan
kale arkasındaki tribünlere sıkıştığımızda, hem ağır sisin, hem de
misafir takım taraftarlarının bulunduğu tribünlere gerilen ve sahaya ‘
yabancı madde’ atılmasını engelleyen ağın sıkıntısını hissettik...
Üstelik maçın başlarında,
Norveç takımının stoperinin
röveşata ile attığı golün ızdırabını yaşadık...
Neyse...
Önce birinci gol...
Epey sonra da ikinci gol geldi...
Maça olağanüstü bir ilgi göstererek tribünleri dolduran Norveçliler ile azımsanmayacak sayıdaki bizlerin karşılıklı tezahüratı arasında doksan dakika gerilim içinde eridi de kitleler açısından belki de en hayati Avrupa maceramız suya düşmedi...
Tabii yarın değil...
Bir sonraki gün
Bosna-
Hersek’i yenersek...
***
Malta...
Norveç...
Yunanistan...
Bu
takımları da yeneceğimizi düşünüyorduk...
Ama çok zorlandık...
Doğrusu oynayabileceğimiz futbolun da epey uzağındayız... Ahım şahım bir performansın bir süredir uzağında olduğumuzu, Norveç’i yendiğimiz Oslo’da bir kez daha gördük...
Umarım,
Çarşamba günkü maçı olmayacak bir şekilde ıskalamayız da Norveç’teki sevincimiz kursaklarımızda kalmaz...
***
Dünyada altı milyar insan var...
Norveç’in nüfusu ise dört buçuk milyon bile değil...
Ama dünyada ‘Norveç’ kendini hep hissettire gelmiş...
Satınalma gücü paritesiyle kişi başına yüz bin dolara yaklaşan bir zenginlik ülkesi olarak değil, insanlığa armağan ettiği yaratıcılarla da...
Knut Hamsun’dan, Griek’e kadar...
Uçak Norveç fiyortlarını aşa aşa Oslo’ya yaklaşırken, Tanrısal mucizelerden biri olarak kabul edilen
doğal güzelliği yanında,
İstanbul’un neredeyse dörtte biri kadar olan bir nüfusla, doğrusu böylesine hareketli ve canlı bir başkent de beklemiyordum...
Kaş göz arasında, sisli bir karanlık içinde denizin hemen kenarındaki
Nobel Barış Ödüllerinin verildiği binayı görmeye gittiğimde, kentin hemen görünmeyen bir başka gizemini de sanki hissetmiş gibi oldum...
***
Bu hafta sonu
gezisi, milli maçı kazanarak yola devam etme ihtimalini çok artırmanın verdiği sevinç yanında, bizler için hafızalarda bir başka şekilde de iz bırakacak... Ülker Şirketler Grubu, yeni çıkaracağı bir
ürünü bu maçla irtibatlamış ve ilk gezi hayatında tadıma sunmuş...
Maçı kaybetseydik, bizi özenle ağırlayan grubun bu jesti de yerini bulamayacaktı.
Bu yeni ürün çikolataya rağmen maçı kaybetmek, ağzımızın tadının kaçmasına fersah fersah yardımcı olacaktı çünkü...
***
Bu yazıyı Pazar sabahı kaldığımız otelin yüksek tepelerindeki odadan mahmur ve sisli Oslo’ya bakarak yazıyorum...
Geldiğimize değdi...
Dileğimiz Milli Takımın çarşambayı da atlayarak, gelecek yıl
Avusturya ve
İsviçre’de akıp gidecek olan
Euro 2008’deki yerini alması...
Ayrıca kitleleri, hem dünyalı, hem Avrupalı olduğumuzun bilincine, bundan daha fazla getirmenin, başka bir kestirme yolu da yok galiba...
Üstelik
Türkiye’yi bir
düdüklü tencere haline getirip, kendi kendine yedirmek isteyen sinsiliklerin azmanlaştığı bir dönemde, bu her zamankinden daha önemli ve gerekli...