Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “Atalım da dağa mı gitsinler?” sözünün
gazete manşetlerine çekildiği dün,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
Abdurrahman Yalçınkaya Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılması için hazırladığı dosyayı
Anayasa Mahkemesi'ne sundu.
Tarih bizde hep tekerrür eder; DTP'de
politika yapanlar da bu ulusal zaafımızdan yararlanmanın peşindeler işte. 1994'te DTP'nin öncüsü DEP'i kapatan sürecin yolu yine böyle bir zehirli havada açılmıştı:
Meclis'in dokunulmazlıklarını kaldırdığı DEP'li milletvekilleri enselerinden tutularak tıkıldıkları polis araçlarıyla cezaevlerine götürülürken,
Anayasa Mahkemesi de Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılmış olan davayı sonuçlandırıp DEP'i kapatmıştı.
Yine olacağı o: DTP kapatılacak, bu partiye mensup milletvekilleri yaka paça derdest edilip cezaevlerine tıkılacak...
Geçmişte yaşanmış süreci tekerrür ettirmeyi planlayanların amacının
ülkeyi 1994'ün şartlarına yeniden döndürmek olduğu belli. Akıllarınca “Görüşlerin siyaseten ifadesine izin verilmeyen bir ülkede şiddetin dilinin
egemen olması normaldir” tezine zihinleri şartlanmış Batı'yı arkaya alarak
Türkiye'yi köşeye sıkıştıracaklar...
Plancıların ve onlara eylemleriyle çanak tutanların unuttuğu bir gerçeği dün hatırlatmıştık: Dünya ve ülke şartları çok değişti; köprülerin altından çok sular aktı.
Avrupa Birliği yolunda yürüyüşünü sürdüren Türkiye'de, hak ve özgürlüklerin -TCK 301 gibi bir ayak bağı dışında- mümkün olduğunca geniş bir biçimde kullanılabildiği biliniyor. Başbakanı “Meclis'ten atalım da dağa mı çıksınlar” diyen bir ülke bugün Türkiye; geçmişte yaşanan olayın kahramanı başbakan ise, “
PKK Meclis kürsüsünde” diyordu...
CHP lideri Deniz Baykal'ın geçen hafta yaptığı ve hemen her çevre tarafından 'umut verici' bulunan
açılım, muhalefetin de geçmişte yaşananlardan
ders çıkardığına işaret ediyor. MHP'nin “DTP'lilere dokunulsun” amaçlı anayasa değişikliği teklifi o çevrede bile fazla heyecan yaratmadı.
'
Kürt sorunu' da denilen, önümüzü tıkayan en büyük yükten kurtulmak için bütün ülkenin bir umutlu beklenti içine girdiği bir dönemden geçiyoruz. “Yeter ki başka anneler üzülmesin” diye hemen herkes acısını yüreğine gömmeye hazır bekliyor.
Tarihin dönüm noktasında bulunulduğunun elle tutulurcasına belli olduğu ve bunun farkına varıldığı böylesine az dönem yaşanmıştır. Türkiye öyle bir dönemden geçiyor ve neredeyse bütün ulus bunu görüyor. Hatta Türkiye'nin önüne tuzak kurmak üzere hırçınlaşan, can havliyle kan dökme gözü dönmüşlüğüne yeniden bürünenler bile bunun farkındalar; farkındalar ki, silâhların susması gerektiği anda dağlar aşarak umarsız eylemlerini gerçekleştirme yoluna sapıyorlar...
Kaçışı olmayan, başka çıkışlara imkân vermeyen bir yolun başındayız ve hep ileri doğru yürümek zorundayız. Tarihin yeniden yazıldığı bir yol ağzı burası; tarih bu dönemeçte yeniden yazma görevini bugün işbaşında bulunan kadroya tevdi etmiş görünüyor. İktidarıyla muhalefetiyle...
Asker ve
sivil bürokrasisiyle...
Ak Parti hükümeti bu misyonun ıskalanmaması gerektiğinin farkında olduğu hissini veriyor; CHP ile MHP bir farkında bir değil gibi... Bürokrasi ise gözünü siyasilere dikmiş bekliyor...
DTP ile veya DTP olmaksızın gerçekleşecek onurlu bir misyon bu: Şiddetten arındırılmış topraklarda, refahı hakça paylaşan demokrat ve özgür bir ülkeye dönüşme misyonu... Etrafımızın global sorunlarla çevrili olması gözümüzü yıldırmasın, biraz da o ihtilâflar sayesinde bugün olduğumuzdan daha ileride konuşlanabileceğiz çünkü.
Gözü kan tutarmış; DTP içinde ve çevresinde gözü kan tutmamış olanların da bu gerçeği görmesini bekliyoruz.