Ama Türkiye'de paramiliter milis örgütlenmeleri herhalde o tarihte başlamıyordu.
Veli Küçük ile de başlamıyordu.
İki defası askeri
darbeyle olmak üzere altı kez koltuğundan indirildikten sonra yedinci kez yine çıkan ve Cumhurbaşkanı sıfatıyla devletin en gizli bilgilerine ulaşan Süleyman
Demirel, derin devletin ortaya çıkışını İkinci Meşrutiyet yıllarına,
Balkan Savaşları sonunda 500 yıllık tarihin ve milyonlarca Türk ve Müslümanın beş yıl içinde buharlaşmasına tepki olarak gelişen 1912-Halaskâr Zâbitan bildirgesine dayandırıyor. Bu 'Kurtarıcı Subaylar', artık siyasi iradenin de, askeri idarenin de 'uçurumun kenarında' ve 'bölünmenin pençesinde' inleyen vatanı
kurtarmak için kendileri kadar halisane düşünmedikleri gerekçesiyle gizli hareket kararını açıklamaktadırlar. Demirel, bu ifadelerin 27
Mayıs 1960, 12
Mart 1971 ve 12
Eylül 1980 darbeleri bildirgelerinde yer aldığına dikkat çeker.
Türk devleti içindeki paramiliter milis örgütlenmeleri Türkiye'nin
İkinci Dünya Savaşı ardından NATO'ya girişiyle ayrı bir boyut kazanmıştır. Uluslararası amacı komünizmle,
Sovyetler Birliği ile mücadele olarak tanımlanmıştır. Genelkurmay'ın tarifiyle, kontrgerilla örgütlenmesi, muhtemel bir Sovyet işgali ardından cephe gerisinde kalacak yarı
sivil, yarı askeri grupların, tek merkezden direniş,
sabotaj, yıkıcılık faaliyetine yönlendirilmesidir. Hayli küresel olan bu
hedef, tanımı gereği yerel ve milliyetçilik, dindarlık gibi güçlü aidiyet duygularının üzerine kurulmak zorundadır ve bütün NATO ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de öyle olmuştur.
Sovyetler ortadan kalkınca, komünizm son derece ulusalcı olduklarını düşünürken son derece küresel amaçlara
hizmet eden bu gruplar için bir tehdit olmaktan çıkınca,bu amaçla örgütlenmiş paramiliter gruplar hemen hemen bütün NATO ülkelerinde dağıtılmıştır. Türkiye'de ise muhtemelen
PKK ile mücadelede yarar gösterebilecekleri gerekçesi ile tam olarak dağıtılmamıştır. Ama ideolojisiz kalmış ve başıbozuklaşmış, mafyalaşmış, çeteleşmiştir.
Bu konuya ileride çok ayrıntılarıyla gireriz, şimdi güncel konumuza dönelim.
Veli Küçük ne baştır, ne başlangıçtır. Veli Küçük olayı bir sonuçtur, sonuçlardan biridir.
Veli Küçük'ün suçlu olup olmadığına tabii ki
mahkeme karar verecek. Ama kamuoyunda Veli Küçük ve etrafında toplanan, kendilerini vatanı kurtarma adayı ulusalcılar olarak tanıtmaya çalışan bu insanlar için oluşmuş bir fikir vardır. Kendileri gibi düşünen bir avuç maceracı dışında kimse onlarla gurur duymuyor.
Kamu vicdanı diye bir şey vardır ve gerçektir.
Yine de bu
soruşturma üzerine uçuşan bazı tezleri duyurmakta yarar var:
Şaşırtma Fişeği tezi: Türkçede de İngilizcedeki gibi 'decoy flare' diye kullanılıyor. Isıya güdümlü
füze saldırısı altındaki
uçak, ya da helikopter, havaya çok sayıda işaret fişeği benzeri yanan parçacık, ya da
egzoz gazlarıyla ısınmış alüminyum parçaçıkları fırlatıyor. Böylece füzenin 'aklı karışıyor' asıl hedef kendisini koruyor.
Duman Perdesi tezi: Yine askeri bir deyim. Birlikler saldırı altında geri çekilirken birkaç
küçük birlik cephede çatışmaya devam ederken, sis bombaları patlatılarak geri kalanların çekildiği perdeleniyor. Sis koruması altında kaçmalarına zaman ve imkân buluyorlar.
Buz Dağı tezi:
Danıştay saldırısından
Cumhuriyet gazetesi saldırısına dek pek çok
terörist saldırıdan sorumlu tutulan bu çete, buz dağının görünen uçlarından biridir. Yakalanan kişilerin çoğu siyaseten sığ, teşkilatçılık açısından defolarla dolu, kapsamlı bir harekâttan haberli olmaları dahi beklenemeyecek niteliktedir. Ama bu yönleriyle iddia edildiği gibi darbe benzeri kapsamlı harekâta uygun kışkırtma ortamını olgunlaştıracak terörist eylemlere uygun olabilirler. Asıl olan arkalarındaki kişi ve bağlantılara ulaşmaktır.
Onlar nerede? Kendilerine inananlar şimdi nezarethanelerde, mahkemelerde
hesap vermeye çalışırken, belki sorgularda onların ismini hâlâ korumaya çalışırken, onlar Ankara'da İstanbul'da konferans salonlarında kendilerine inanan başka emeki devlet görevlilerine, üniversite mensuplarına, medya mensuplarına kendi 'kurtuluş planlarını' anlatmaya mı devam ediyorlar?