Neyin nutkunu? Egemenliğin. Peki o ne? Bırakın sokağı. Üniversitelerde bile bir solukta egemenliğin tanımını yapacak birini bulacağınızdan şüpheliyim...
İstanbul’un eski valilerinden birisi ‘egemenin’ tanımını, ‘kimin hakkında konuşamıyorsan, o’dur’ diye yapmıştı.
Teorik olarak ulusal egemenliği tanımlamakta hep zorlandığımız düşünülürse,
Bence fevkalade geçerli ve pratik bir tanım.
Ama...
Bir çırpıda tanımlayamayacağımız kavramların bayramını kutlamakta mahir bir
ülkeyiz doğrusu.
* * *
Devlet, insanların toplumsal hayatı kurarken başvurdukları bir örgütlenme biçimi.
İnsan yaşamını daha huzurlu, daha güvenli ve daha anlamlı hale getirmeyi amaçlayan bir
hizmet örgütü.
‘Vatandaşa hizmet etmekle yükümlü olan’ devlet, toplumdaki diğer sosyal kurumlara benzetilebilir.
Ama sadece benzetilebilir...
Çünkü devleti, diğer sosyal kurumlardan çok farklı kılan bir özelliği var: O da toplumdaki ‘silahlı güçlerin tekeline’ sahip olması.
Polis... Jandarma...
Ordu...
Silahlı güçler, sadec
e devlet örgütünün emrinde...
Devlet, ‘ulus adına’ bu güçleri yönetir.
‘Silahlı güçler tekeline’ sahip olduğu için de kimsede olmayan bir
yaptırım gücünü de elinde tutar.
Devletin, ülke sınırları içinde, başka hiçbir otoriteyle kıyaslanmayacak olan bu gücüne ‘egemenlik’ diyoruz.
Devlet, bu egemenlik hakkına dayanarak, toplumda hukuk kurallarına uymayanlara müdahale eder... Hukuka uyulmasını ‘zorla’ sağlar.
* * *
Eğer
Türkiye’de ‘egemenlik tanımını’ anlatıyorsanız... Bu noktada bir nefeslenmeniz lazım.
Çünkü son cümle tashih istemektedir..
Şöyle yazılması icap eder:
Devletin ‘müdahale etmesi’ ve ‘hukuka uyulmasını’ sağlaması gerekir.
Peki, ya devlet örgütü içinde çöreklenmiş olan ‘hukuk tanımazlara’ rastlanıyorsa...
O zaman da... Devletin kendi varlığını koruyabilmesi için, gene devletin hukuk anlayışına sığınarak ‘hukuksuzları’ dışlaması ve cezalandırması gerekir.
* * *
Demokrasilerin geliştiği ülkelerde bu daha çabuk ve kolay başarılıyor.
Az gelişmiş ülkelerde daha zor...
Öyle ülkelerde devletin sahip olduğu ‘egemenlik’ hukukun uygulanması için değil, genellikle ‘uygulanmaması’ için kullanılıyor.
‘Silahlı güç tekeli’ hukukun değil hukuksuzluğun emrine veriliyor.
Sadece bir tek örnek gösterelim yeter... Savunma sanayii ile ilgili Lockheed
rüşvet skandalı bütün dünya ülkelerinde sonuçlandırıldı...
Norveç’ten
Japonya’ya devletin içindeki rüşvetçi çeteler adalete teslim edildi..
Bir tek Türkiye hariç..
Tersi olsa
Susurluk’tan
Ergenekon’a uzanan kara çizgi yaşanır mıydı?
Çok şüpheliyim.
* * *
Türkiye’de devlet, kendi içinde yuvalanma eğilimi gösteren çetelere karşı hukukun üstünlüğünü kolayca işletemiyor.
Hukuk,
demokrasilerdeki gibi devletin berraklığını sağlayamayınca, ‘ben devletim’ diyen zorba anlayış etrafa yayılmaya başlıyor.
Eğer hukukun üstünlüğünü işletemiyorsan...
Eğer gerçek bir demokrasi yoksa..
İç egemenlik...
Halkın lehine işleyen bir mekanizma olmaktan çıkıyor.
Devletin ‘hukuku’ sağlamak için elinde tuttuğu güç, hukuksuzluğun işine yarıyor.
Hep
Güney Afrika örneğini veririm...
Orası da egemendi ama zenciler yakın zamana kadar
köle muamelesi görüyordu.
* * *
Tabii artık...
Sanayi döneminin egemenlik anlayışı aşıldı.
Egemenlik adı altında, yönetimlerin kendi halkına eskisi gibi zulmetmesi kolay değil...
İşte Miloseviç örneği.
İnsanların ‘kim’ tarafından değil...
‘Nasıl’ yönetildiği daha önemli günümüzde.
Çünkü artık insan önemli.
O nedenle ‘ulusüstü egemenlik’ kavramına geçildi.
İzbe karanlıklarda insanlara İdi Amin gibi zulmedenlere karşı, evrensel hukukun ve demokratik ilkelerin geçerli olduğu evrensel bir
sistem devrede.
Egemenlik, yönetilenleri, yönetenlerin keyfi uygulamasına yem eden bir kavram ve avlanma sahası olmaktan çıkıyor.
* * *
Egemenlik bayramı söz konusu olunca rahmetli
karikatürist Ferruh Doğan’ın karikatüründeki soruyu hatırlarım:
-Egemenlik ulusun peki paralar kimin?
Hukukun üstünlüğü ve demokrasi yoksa, para içerdeki zorba çetelerin.
Yıllardır 23
Nisan’larda bunları yazar dururum. Bu sene de tekrarlamakta hiçbir beis görmedim hatta fazlasıyla arzuladım...
Ulusal egemenlik bayramınız hayırlı olsun...