Bu yüzdendir ki genel başarılara odaklanacak sinerjiyi bir türlü üretemiyoruz. Çünkü herkes kendi cephesinin fanatiği olmuş; gözü kendi başarısından başka bir şey görmüyor ve hatta rakibinin yok olup gitmesini içten içe arzu ediyor.
Beşiktaş'ın bir
İngiliz takımı karşısında aldığı ağır yenilgiyi medya-
toplum psikolojisi açısından ele almak istiyor, yazıya iyi bir başlık arıyordum ki Beşiktaş Teknik Direktörü
Ertuğrul Sağlam, nefis ve veciz bir benzetme yaptı: "
Cenaze evinde
düğün yapmak." Durum ancak bu kadar güzel bir benzetmeyle anlatılabilirdi. Düşünün¸ 15 gün önce 2-1 yenerek destan yazdığınız
Liverpool karşısında 8-0 gibi ağır bir mağlubiyet almışsınız. Kıyamet kopuyor! İki hafta önce "Türkiye'nin itibarını kurtaran ve
terörle sarsılan
ülkemize moral veren Beşiktaş" bir anda
hedef tahtası haline geliyor ve "kahramanlar"a "
hain" yaftası vuruluyor. Gladyatörlere bile bu kadar kötü muamele edilemez.
Maksadım bir
futbol yazısı yazmak değil. Hezimet sonrası Beşiktaş'ın başına gelen ve herkesin de başına gelmesi muhtemel olan
linç kültürüne değinmek istiyorum aslında. Bizdeki, düşenin üstüne çullanma güdüsü sadece futbola mahsus değil. Hemen her alanda sendeleyenin arkasından
tekme atılır. Bu kadim bir hastalığın en bariz belirtileri, en çok medyada göze çarpıyor ve asabı bozuk kitleler üzerinde bir hayli t
esir uyandırıyor. Öyle bir hale geliyor ki; dost-düşman birbirine karışıyor, maskeler düşüyor, içimizde sakladığımız duygular bir anda çırılçıplak yakalanıveriyor.
Başkasının başarısızlığından başarı çıkarmak! Bu halet-i ruhiye insanımızı esir almış durumda. Bakmayın siz "yok canım biz öyle değiliz" türünden söylenmiş cılız itirazlara. Bir şirketin, başka bir firmanın başarısıyla kıvanç duyduğunu ve bunu yürekten kutladığını hiç gördünüz mü? "Rekabete gerek yok" demiyorum; tam aksine
tatlı bir
rekabetin ortak amaçlar için odaklanmasından bahsediyorum. Ancak sormak istiyorum: Dünya çapında iş yapmaya namzet bir işadamının başarısız bir duruma düşmesi ya da iflas etmesi karşısında rakibinin hicrana gömüldüğüne hiç rastladınız mı?
Siyasette de tatlı ve haklı esaslara dayalı olgun bir rekabet kültürü yok! Küçük hesaplar peşinde yorgun düşen
siyaset zihniyeti, ister ki her
hizmet kendi siyasî görüşünün eliyle yapılsın: Başkası hayırlı bir iş yaptığında alkışlayan
rakip parti yetkililerine rastladınız mı hiç?
Başarısızlığın hüznünü paylaşmak da başka bir tür olgunluk meselesidir; ancak henüz bu kültür siyaset dünyamıza
misafir olamamıştır.
Beşiktaş örneğine dönecek olursak;
manzara aynen şöyledir: İki hafta önce teröre lanet okunarak duygu yüklü bir maça çıkılıyor ve
Avrupa basını hem Beşiktaş'ın zaferini alkışlıyor hem de herkesi hayretler içinde bırakan taraftarını. İki hafta sonra bir
kaos ortamı oluşunca
futbolcu, son maçtaki tartışmaların gölgesinde sahaya çıkıyor ve ağır bir yenilgi alıyor. Sonrası tam bir bozgun havası! Pek çok şey söylenebilir; hatta mazeretler ifade edilebilir. Mesela denebilir ki;
Futbol Federasyonu ülke futbolunu düşünüyorsa her iki takımın da Avrupa sınavını düşünerek
erteleme yapabilirdi; yapmadı. Ağır
baskı altında tutulan
hakem, derbide kötü bir
yönetim ortaya koydu ve Beşiktaş bundan çok olumsuz etkilendi. Ardından Beşiktaşlı bazı yetkililer yanlış beyanlarda bulundu, bütün yaşanan olumsuz hadiselerden etkilenen Beşiktaşlı oyuncular İngiliz rakipleri karşısında dağıldı...
Tam bir Türk başarısızlık örneği! Ama bu kötü şartlar altında bir yönüyle sonuç normal. Değiştirin
takımları ve statları, aynı şey Fener'in de başına gelebilirdi. Yani haksızlığa uğradığınız bir maç, heyecanlı yöneticilerinizin söylediği gergin sözler, yenilginin acısı, abuk sabuk eleştiriler, ligden çekilme düellosu, PAF takımı tehdidi vesaire vesaire... Ve karşınızda mutlak galibiyet almak zorunda olan dünya markası bir takım; Liverpool... Hiçbir Türk takımının böyle bir psikolojiyle maça çıkıp destan yazacağını sanmam; ama sonuç bu kadar ağır olmayabilirdi.
İngiliz Muhipler Cemiyeti kapanmamış mıydı?
Asıl üzerinde durulması gereken konu, futbolu da aşan hazin bir psikoloji! Beşiktaş'ın hezimete uğraması bu takımı tutmayan (hatta bu takım taraftarı olup da yönetimi istemeyen) bazı kişiler için delicesine bir sevince dönüştü. Asıl bu duygu üzerinde durmak gerekiyor.
Medya, cenaze evindeki düğün alayının en önde gideni! Davulla, zurnayla kışkırtıyor vatandaşı. Ne yalan söyleyeyim; bir ara bu sevinç gösterileri karşısında şöyle demek zorunda kaldım: Yahu İngiliz Muhipler Cemiyeti
İstiklal Harbi'nden sonra kapatılmamış mıydı? Biliyorum, bu cümleme "Canım sonuçta futbol bir oyun; olacak böyle
şakalar" denebilir. Ben de tam bu noktada şaşırıyorum ya. Madem bu bir oyun, o zaman neden bu kadar feci bir linç kampanyası yapılıyor? Sonuçta takımlar çıktı; bir yendi, bir de yenildi; yenince iyi de yenilince adamlara "ülkemizi rezil ettiniz" edebiyatı yapmanın ne anlamı var.
İpin ucu ne kadar çabuk kaçıyor bu ülkede.
İnternet şakaları diye yazılar gördüm. Bunlar şaka değil ki! Her meseleye mübalağa ile yaklaşan ve her konuyu
ölüm-kalım meselesi haline getiren insanımız, bu mağlubiyeti de 'dünyanın sonu' haline getirmiş. Onca yaralayıcı sözü bizim gazetenin
internet sitesi bile haber yapmış; düşünün. Akl-ı selimin, sağduyunun karargâhını bile basmış bu azgın gladyatörler.
Başarısızlıktan medet uman başarı arayışları, futbolla sınırlı olsa gülüp geçilebilir; ancak toplum psikolojimizi dışa vuruyor futbol. Sevinçlerimiz de anlık, hüzünlerimiz de. Çekememezlik, ruhumuzu esir almış. Rakiplerimizin sendelemesini bekliyoruz. Düştüğü an üzerine çullanmayı bir maharet sayıyoruz. Bugün Beşiktaş'a yarın başkasına yapılacak, bundan emin olun; zaten geçmişte de başkasına yapılıyordu benzer muamele.
İsterseniz çıkın şu futbolun kısırdöngüsünden ve etrafınıza bir de bu gözle bakın. Mesela
terör örgütü karargâhımızı basıyor; bu başarısızlığın faturasını herkes bir başkasına kesiyor ve çarçabuk bozgun havası oluşturuluyor. Kimine göre hükümettir bu feci tablonun sorumlusu. Onlara göre zaten bütün hükümetler (daha doğrusu
sivil olan her şey) kötüdür. Bu vahim durumun tersi de var. Oysa ortada bir başarısızlık varsa oradan topluca çıkış yolu bulma mecburiyeti var demektir.
Müsaadenizle daha sıcak bir örnekle açıklayayım ne demek istediğimi: Terör örgütü tarafından kaçırılan 8 askerimiz
Beyaz Saray görüşmesine denk gelen süre içinde serbest bırakıldı. Tabii ki askerimizin kaçırılıp esir muamelesine tutulması, teslim töreni gibi bir şovun yapılması, orada terör örgütünün propagandaya başvurması hoş bir manzara oluşturmadı. İbretamiz bu vahim manzaradan
ders çıkarma yerine herkes birilerini
suçlama derdinde.
Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin, "İçime sinmedi, sevinemedim." dedi. Aslında halkın genel hissiyatı da bundan farklı değil. Ancak mesele öyle bir noktaya getirildi ki Bakan Bey'in sözleri "teslim olacaklarına ölselerdi" gibi bir yoruma tabi tutuldu. Belki öyle düşünenler de var; hatayı o çocuklara yüklemek ne derece doğru: Daha açıkçası atf-ı cürm, herkesin birbirini itham etmesi ne kadar doğru bir yaklaşım; bunu derinden derine düşünmek gerekiyor.
Demek istediğim şu ki; büyük milletler (insanlar, kulüpler, partiler) büyük hezimetlerden büyük ders çıkarır. Yenilgiler, zaferler içindir. Dibe vurulan yer, kurtuluş destanının yazıldığı mekandır. Empati kültürünü kaybettiğimiz günden beri herkes meseleye kendi grubu, kulübü, cemiyeti, cemaati, partisi, mesleği vs. adına bakıyor. Bu yüzdendir ki genel başarılara odaklanacak sinerjiyi bir türlü üretemiyoruz. Yeni bir anayasayı bu yüzden milletçe yapamıyoruz, bu nedenle şen şakrak bir hava içinde
cumhurbaşkanı seçemiyor,
seçim dönemlerini bayram zamanına dönüştüremiyoruz. Çünkü herkes kendi cephesinin fanatiği olmuş; gözü kendi başarısından başka bir şey görmüyor ve hatta rakibinin yok olup gitmesini içten içe arzu ediyor. Biz Türklerle ilgili uydurulan fıkraların sosyolojik gerçekliği vardır; başarıya koşanların paçalarına önce biz yapışırız. Kendi cephesinden biri
küçük bir eğitim çalışması yapsa onu yere göğe sığdıramayanlar, bu nedenle dünya çapında eğitim faaliyetleri yapanları hain gibi görüyor...
Cenaze evinde düğün! Bu sefil duygudan sıyrılıp empati kültürüne ulaşmadıkça söz hep cenaze goygoycularında kalacak. Bu psikolojiden çıkmak için medyanın mersiye aşkından vazgeçmesi şart! Çünkü onların ekrandan konuştukları ve gazeteye yansıttıkları kışkırtıcı laflar, büyük bir fanatizme yol açtı ve korkarım bir gün daha büyük felakete de sebep olacak. Oysa centilmenlik ruhunun her alandan önce spora yansıması gerekiyor.