TOBB Başkanı
Rifat Hisarcıklıoğlu “Görmek istediğimiz tablo ilk kez ortaya çıkmaya başladı” diyor; “İlk defa hükümet bütün vaktini
Avrupa Birliği ilişkilerine ayıracak bir
bakan atadı ve
Egemen Bağış yarın (bugün)
sivil toplumun
Brüksel’de düzenlediği toplantıya katılarak bürokratik-devletçi bakışın değişebileceği işareti verecek. Öteki taraftan yine ilk olarak ana muhalefet partisi Brüksel’de irtibat bürosu açıyor. Deniz
Baykal’ın bu adımı çok önemli, çünkü hem
Türkiye’de ana muhalefet partisinin de AB sürecini
desteklediği açıkça görünür oluyor, hem de
CHP Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluğu oluşturan sosyal demokrat partiler nezdinde olumlu katkısını artırabilir. Deniz
beyin bunu üstelik
seçim süreci hızlanmışken yapması, verdiği önemi gösteriyor.”
Hisarcıklıoğlu, Brüksel’de düzenlenen ‘Türkiye’yi Konuşmak’ başlıklı toplantılar dizisinin ev sahibi olarak konuştuğu için belki fazla iyimser bulunabilir. Ama söyledikleri de doğru. Türkiye-
AB ilişkilerinde 2005 başından itibaren yaşanan atalet, yeni AB
Ulusal Programı’nın 2008’in son günlerinde Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül tarafından onaylanmasından itibaren canlanma belirtileri göstermeye başladı.
Önce
Başbakan Tayyip Erdoğan uzun süredir konuşulan ‘AB Bakanını’ atadı. Egemen Bağış’ın atanması,
siyaset çevrelerinde olduğu kadar, iş çevrelerinde de Başbakan Erdoğan’ın AB ile ilişkileri
Dışişleri bürokrasisinden destek alarak, ama ona bağlı olmadan, kendi siyasi öncelikleriyle yürütmek istediği olarak yorumlanıyor. Bağış’ın attığı her adımı Erdoğan’ın bilgisi ve onayıyla atacağı kanısı yaygın ve bu aslında atılacak adımlar üzerinde tereddüt oluşmasını engelleyen bir unsur olarak algılanıyor.
Bağış’ın bakan olarak atanmasından sonra eşi Beyhan hanım ile bir şirket kurmuş olması siyasi etik
tartışmalarına yol açmış olması ayrı bir tartışma. Ancak bugün Brüksel’deki toplantıya verdiği katkı, Hisarcıklıoğlu’nun vurguladığı gibi önemseniyor. Bunun başlıca nedeni, TOBB ve
TÜSİAD başta iş dünyasının sivil toplum kuruluşlarının AB sürecine vermek istediği katkının ilk kez bu boyutta kabul görüyor olması.
Diğer yandan CHP’nin bugün Brüksel’de Baykal tarafından açılışı yapılacak AB Temsilciliği, Türk siyaseti açısından bir ilk olacak. 2002-2005 döneminde
Meclis’ten AB uyumu adına geçen dokuz
Anayasa değişikliği paketini desteğiyle mümkün kılan CHP, özellikle
Kıbrıs konusundaki eleştirileri nedeniyle ‘AB’ye engel olmak istediği’ eleştirilerine
hedef olmuştu. Şimdi Brüksel’de açılan temsilcilik bu eleştirilere üst perdeden bir
yanıt anlamını da taşıyor. CHP,
AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’na hem Türkiye’de muhalefetin de
AB üyeliği hedefinin takipçisi olduğunu, hem bu sürece katkısını yükselteceğini, hem de Türkiye’deki
AK Parti iktidarının sonsuza dek alternatifsiz olmadığı mesajını vermiş oluyor.
Tabii Bağış ve Baykal’ın Brüksel’e aynı uçkta birlikte gelmelerine karşın, burada bir araya gelmeleri beklenmiyor. Tam tersine, birbirleriyle karşılaşmamak için örtülü bir çaba olduğu dahi söylenebilir. Dolayısıyla, Türkiye hem iktidarı, hem de muhalefetiyle AB kapısında bu kez; ama herkes kendi yolunda yürüyor. Bu da
doğal karşılanmalı.
Doğal karşılandığı CHP’nin AB’ye uzattığı elin karşılıksız kalmamasından belli. Dün AB Genişleme sorumlusu
Olli Rehn ile görüşen Baykal, bugün AB Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso ve AP Sosyalist Grup lideri Martin Schultz başta olmak üzere ikili temaslarda bulunacak, Avrupa Sendikalar Konfederasyonu heyetiyle toplanacak ve Avrupa Politikalar Merkezi adlı düşünce kuruluşunda konuşarak CHP’nin görüşünü anlatacak.
Avrupalı politikacılar da belki de ilk defa bu düzeyde Türkiye’deki muhalefetin AB konusunda ne düşündüğünü AK Parti yetkilileri, ya da
ikinci el kaynaklardan değil, birinci kaynaktan öğrenmiş olacaklar.
Dolayısıyla Türkiye üç-dört yıl aradan sonra AB ile ilişkilerini canlandırma çabasına iki önemli yenilikle başlamış sayılabilir:
1- Artık Türkiye’nin bütün işi AB ilişkileri olan bir bakanı var,
2- Artık AB ile ilişkileri kendi başına iş edinen Türk muhalefeti var.
Bu Türkiye-AB ilişkilerini hem derinleştiren, hem de dolayısıyla düzeyini yükselten bir durum.
Peki bu yeni başlangıç hazırlığı sonuç verecek mi? AB bünyesindeki Türkiye karşıtı eğilimleri, Türkiye’deki AB karşıtı eğilimleri yumuşatacak, belki en önemlisi Kıbrıs meselesinin oluşturduğu engellemeyi azaltabilecek mi? Bunlar meşru ve önemli sorular. Ancak
Ankara’nın AB için yeniden ve yeni bir başlangıç niyeti taşıdığı ortada. Bu kendi başına önemli bir gelişme.