Bizim jenerasyon, çapraz düşünmeyi, biraz da onun eserlerinden öğrendi.
Son dönemde bakıyorum, meddah gibi TV ekranlarında boy gösteriyor. Komedyenleri aratmayan konuşma üslubu ve tavırları karşısında üzülüyorum ama ne çare. İtiraf etmem gerekirse, kimi zaman bir çok izleyici gibi beni de güldürüyor.
Yumruğunu masaya vurması, cümleye göre
şapka değiştirmesi, sağa sola yayılması, ani şekilde ses tonunu yükseltmesi,
Cem Yılmaz şovlarında bile rastlamadığım ustalıkta sahneler.
Tehlikeli olan tarafı,
bilim adamı hüviyetiyle
mide bulandırmasıdır. Herkesi kendi gibi paranoyak yaptı. Soy sop araştırır olduk.
Son bombası, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün eşi
Hayrünnisa Gül’le ilgili. Son programında heyecanlı heyecanlı konuşuyor: ‘ Abdullah Gül’e sabetayist demiştim. Bana
cevap vermiş, sabetayist olmadığını söylemiş. Ama ben belgeleriyle kanıtlayacağım.’
Partneri soruyor: ‘ Nasıl kanıtlayacaksınız?’
Küçük cevap veriyor: ‘ Abdullah Gül’ün eşinin
soyadı Öz
yurt. İslamcılarda ne öz ne yurt kavramı vardır, buyrun bakalım..’
İspat dediği bu. İsminin önünde ‘ Profesör Doktor’ yazıyor ama inanın manken
Aysun Kayacı kalitesinde bile değil.
Hatırlıyorum, Adanalı Ali Antep
üzümü adlı bir siyasetçi vardı. Ben de Antepli olduğum için merak etmiştim, bu soyadı nereden almış diye.
Bir gün
Milliyet’te bir söyleşisini okudum. Hafızamda kaldığı kadarıyla şöyle bir öyküsü vardı soyadının: ‘ Bir gün babası (veya dedesi) soyadı almak için nüfus idaresine gittiğinde,
demir, çelik, yılmaz gibi o dönemin popüler ne kadar soyadı varsa sıralamış ama görevli memur ‘bunları aldılar, size veremeyiz’ demiş. Ne önerdiyse ‘verildi’ denmiş. Bir türlü soyadı bulamamış kızıp ayrılmış. Binadan çıkarken bir
seyyar satıcı bağırıyormuş; ‘Meşhur antepüzümü...’ Girmiş hemen içeriye, ‘Soyadım antepüzümü olsun’ demiş.’
Şimdi Yalçın Bey gibi düşünmek istiyorum. Adanalılar ‘ Antepüzümü’ soyadını bilmezler, acaba Ali Bey, üzüm taciri sabetayist aileden olabilir mi?
Yalçın Küçük’e bir de
küçük uyarım var. Sakın ha, benim de adıma bakarak ‘ Bu adam Çerkez’ deme. Doğduğum gün Şeyh Şamil’in filmi oynuyormuş, dayım filmden çok etkilenmiş, ‘ Adı Şeyh Şamil olsun’ demiş.
Nüfus memuru, ‘ Şeyh de ne demek’ deyip nüfusa ‘ Şıh Şamil’ olarak geçirmiş. Malum, ‘ Şıh’, ‘ Şeyh’in
halk arasında bozulmuş şekli. Sonra ‘ Şıh’ı ‘ Şeyh’ yapmak istedik ama olmadı. Eskiden göz yumuyorlarmış, şimdi Soyadı Kanunu’na göre
yasak. Birkaç yıl önce
mahkeme kararıyla ‘Şıh’ı tamamen kaldırdık.
Gerçi, memleket ‘ Küçük’ adamlarla dolu. Bazı yazılarıma kızıp ‘ Biz senin Şıh olduğunu biliyoruz, neden gizliyorsun?’ gibi salakça
mesaj gönderenler olmadı değil.
Sevgili Mustafa Hoş’un bir yazısında rastlamıştım. Can
Yücel, ‘ Yalçın Küçük, küçük ama bide bulandırır’ demiş. Haksız sayılmazmış...
Kaleler bir bir düşüyor
Bakıyorum, bazı çevrelerde ‘Kaleler bir bir düşüyor’ feryadı yükseliyor.
Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldu. Dediler:
Çankaya Kalesi düştü, gericiler kaleyi ele geçirdi!
Haşim Kılıç
Anayasa Mahkemesi Başkanı oldu. Dediler: Yargının kalesi düştü, irtica yargıda
tavan yaptı!
Mustafa Kumlu Türk-İş’in yeni patronu oldu. Dediler: AK Partili hacı Türk-İş’i iktidarın arka bahçesi haline getirecek,
işçilerin kalesi düştü!
Profesör Dr. Yusuf
Ziya Özcan,
Erdoğan Teziç’ten boşalan YÖK Başkanlığı’na atandı. Dediler: Yüksek Öğretimin kalesi düştü,
türban üniversiteleri teslim alacak!
Fazıl Say da, bu koroya katıldı: ‘
Türkiye’yi İslamcılar ele geçirdi, terk edeceğim.’
Kamuoyunu yanlış yönlendiriyorlardı ama mesajların gerçek adresi orduydu.
Bekir
Coşkun gibi bu kesimin sözcüleri, TSK’yı bu gelişmeler karşısında sessiz kalmak ve
selam durmakla suçladılar. Darbe isteyen yazarlara hergün bir yenisi eklendi.
Şimdi daha iyi anlıyoruz ki; yıllarca bu ülkeyi kalelerle bölüp, halkı düşman görerek yönetmişler.
Artık Türkiye eski Türkiye değil, değişerek dönüşüyor. Yönetenler ile yönetilenler arasına çekilen surlar, bariyerler, kaleler bir bir ortadan kaldırılıyor.
Ve artık halk, egemenliği kullanmanın keyfini yaşıyor.
Askeri ve
sivil bürokrasi, egemenliği halka devretmemek için direniyor.
Kavganın asıl nedeni budur.
Cumhurbaşkanı Gül diyor ki: ‘Ben işçi çocuğuyum. İşçi çocuğu olarak Cumhurbaşkanı olabiliyorum.’
Haşim Kılıç diyor ki: ‘
İlkokul mezunu olan bir ailenin çocuğu olarak
Anayasa Mahkemesi Başkanı seçilebiliyorum.’
Mustafa Kumlu diyor ki: ‘
Okur yazar olmayan bir
çiftçi ailenin sabanla ve çobanlıkla büyüttüğü bir çocuk olarak en büyük işçi kuruluşunun başkanı olabiliyorum’
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek diyor ki: ‘Altı yaşında
Türkçe’yi öğrendim. Suyu, yolu, okulu olmayan bu harabe köyden çıkıp
bakan olabiliyorum.’
Kusura bakmayın beyler, bu değişim devam edecek.
Yıllardır halkın omuzları üzerinde inşa ettiğiniz imtiyazlı şatolarınız, kaleleriniz bir bir yıkılacak. İmtiyazlarınızı kaybetmemek için
Atatürk’ün ve O’nun kutsal ilkelerini istismar etmenize artık kimse itibar etmeyecektir.
Egemenlik, kayıtsız şartsız milletin olacak.
Asıl şimdi Atatürk’ün gerçek Türkiye’si kuruluyor.