O süreçte
Öcalan, dünyada kalacak yer bulamadı ve sonunda paketlenip
Türkiye'ye teslim edildi.
Öcalan, uluslar arası korumalar içinde bir rol üstlenmişti, uluslar arası dengeler değişti ve Öcalan için yolun sonuna gelindi. Irak'ta
Amerikan işgali,
Kuzey Irak'ta korumalı alan ve
Kürt yapılanması, onun Türkiye'ye yansımaları,
PKK'nın Kuzey Irak'ı
yatak alanı olarak kullanması, Türk -
Amerikan ilişkilerindeki gerilim..... Bütün bunlar birbirini bütünleyen süreçlerdi. Ama sonunda Türkiye, bölgede geniş temaslar oluşturduktan sonra, Amerika ile her şeyi yeniden konuşma kararı aldı:
Bu, "Ya ben ya ötekiler" gibi bir restleşmeydi. Bu arada Amerika, Irak'ta bataklıktan kolay çıkamayacağını, üstelik Büyük Orta
doğu'ya ilişkin politikalarının sadece
İsrail ve Kuzey Irak'a endekslenerek yürümeyeceğini gördü. Türkiye önemli, hatta vazgeçilemezdi. 5 Kasım'a, yani Erdoğan -
Bush görüşmesine böyle gelindi. Operasyonlar bu ortamda, neredeyse hiçbir uluslar arası tepki görmeden başladı. Şartlar tabii ki var: -Siviller zarar görmesin, uzun vadeli olmasın, sınırlı olsun.
Hükümet de bu şartların altını ısrarla çiziyor. Şöyle bir soru önemli: -Bu harekâttan sonra
terör örgütü liderleri, hâlâ Kuzey Irak'ta barınmaya devam edebilir, ya da başka
ülkelere kaçıp oralarda üstlenebilirler mi? Bu saatten sonra zor; böyle bir ülke bulmak zor. Bu, hep bir kaçış demek ve bulunduğu her ülkeyi risk altına sokmak demek. Bu riski hangi ülke, niçin alsın?
Öcalan,
Suriye,
Rusya,
İtalya,
Yunanistan ve teslim... İran'a mı gidecekler, Ermenistan'a mı, Avrupa'ya mı? Yolun sonu...
Talabani, Irak'ın Cumhurbaşkanı. Kürt. Diyor ki: "-PKK
terör örgütüdür. Türkiye'de, Kürtlerden de önemli oy almış bir
iktidar var. Ona karşı savaşmak kabul edilemez."
Barzani, PKK'yı korur mu? Vaktiyle, PKK'ya karşı yürütülen
sınır ötesi operasyonlarda Türkiye ile birlikte savaşmamış mı?
Şimdi Amerika'ya kızıyor ama bunun sonu yok. Yarın Amerika, onu da, "Başka çare yok, Türkiye ile düşman olamazsınız" diyerek, bir şeylere ikna edecek. Onun için diyorum, boşuna
ölümleri kışkırtmak
akıl kârı değil. Öcalan teslim edildi, terör örgütü lideri olmasına, "
Bebek katili" damgası yemesine rağmen yaşıyor. Dağa çıkanların eline kan bulaşmasın. Hiç olmazsa bir kısmımın bulaşmasın ve problemsiz dönebilsinler...
Ahmet Türk söyledi, "DTP, Kürtlerin ancak yüzde 25'inin oyunu alabiliyor."
Başbakan Erdoğan'ın ifade ettiği gibi, Ak Parti'de DTP'den daha çok Kürt oyu ve Kürt asıllı milletvekili var. Korucular da Kürt. Bunların tamamını "Asimile olmuş Kürt" diye tanımlarsanız, elinizde bir avuç Kürt kalır. Onunla mı kuracaksınız kurmak istediğiniz şeyi?
Bir de şu gerçek var: Ak Parti hükümeti, "Kürt vatandaşlarımızın sorunları"nı çözmek üzere arayış içinde. Tabii ki samimiyeti
test edilebilir. Dağdaki ukde, bu sorunların konuşulmasını önlüyor, çünkü terör gerilimi, her şeyin anlamını değiştiriyor. Bu durumda DTP'nin, en son örneği Diyarbakır'da - Van'da görülen kışkırtmalara yönelmesinin samimiyetle alakası olabilir mi?
Bu, dağdaki kanı, "Aidiyet bilinci"ne dönüştürme hesabından başka nedir? Daha çok ölüm, daha derin aidiyet bilinci! Korkunç denklem. Hele, müthiş bir samimiyet erozyonu halinde, Diyarbakır'da, Mushaf'ı kışkırtma malzemesine dönüştürmek... Daha dün, "Bölgede İslami zemin yükseliyor" diye Kemalist çevrelere "
tehlike anonsu" yapanlar kendileri değilmiş gibi...
Ya da "Kürtler'in İslamiyeti kabulü yanlış olmuştur, bizim asıl dinimiz
Zerdüştlük" diyerek, bir tür karşı kutuptan
Doğu Silahçıoğlu rolüne soyunan
Mehdi Zana değilmiş gibi... Ateizmden, Marksist Leninist çizgiden Kur'an istismarına... Bu yol, iyi bir yol değil. Bu yol çıkmaz.
Çare: Türkiye içinde, makul zeminlerde, sorunlara makul çözümler üretmek... Bunun için de, dağı devreden çıkarmak. DTP, bunu en az kana mal olarak yapabilirse, doğru bir misyon ifa etmiş olacak. Bunun için de DTP'nin inisiyatif kullanabiliyor olması lazım. Bu mümkün mü? DTP ile ilgili hayati soru bu.