Ak Parti'nin kapatılması için açılmış
davaya boş yere hukukilik atfediyoruz. Sanki ortada çözülmesi gereken bir matematik problemi varmış gibi yaklaşıyoruz davaya; ister
kapatmadan yana olalım ister karşı, 'iki, iki daha, dört eder' yalınlığı içerisinde yazılar yazıyoruz...
Oysa davanın açılması da, verilecek karar da matematik keskinliği akla getirmiyor.
Başsavcının aylardan beri dava açmayı düşündüğünü sonradan çıkmış haberlerden biliyoruz sözgelimi;
Anayasa Mahkemesi'nin elinde parti kapatmak için bir çetele listesi olmadığının da farkındayız. Başsavcı davayı açmayabilirdi,
mahkeme ise aynı kanıtlarla partiyi kapatabilir de, kapatmayabilir de...
Öyleyse, konuyu nasıl ele alırsak alalım, gerektirdiği ve hak ettiği biçimde değerlendiremiyoruz demektir.
Türkiye ile yakından ilgilenen yabancıların konuya yaklaşımları içeride yapılan değerlendirmelerden daha sağlıklı gibi. Javier Solana, Ollie Rehn, Joost Lagendjk gibi
Avrupalı Türkiye gözlemcileri, daha ilk günden, bizim
ülkemizde bir türlü yakalanamayan sağlıklı bir açıdan değerlendirmekteler,
kapatma davasını...
Bush yönetimine yakın olanlar, “Demokrasi kadar lâiklik de önemli” anlamsız perspektifine sarılsalar bile, ABD'de de Türkiye'deki gerçek çekişme eksenini doğru tespit edenlerin sayısı az değil.
Washington Post gazetesi, önceki gün, “Ayıp ediyorsun” diyordu Bush yönetimine, “Lâik, ama demokratik olmayan bir Türkiye” arayışına zımnen arka çıktığı için ve “
Avrupa Birliği'nin ilkeli tavrını sen de benimse” aklını vermeden edemiyordu.
Türkiye dışarıdan bakanlara daha başka görünüyor; bu açık...
Sebebini anlamak hiç de zor değil: Türkiye çok uzun yıllar kendini 'Batılı' bilen kadrolar tarafından yönetildi, muhatapları tarafından hiç de 'Batılı' gibi algılanmadıkları halde... Ülkeden ülkeye veya devlet adamından devlet adamına ilişkilerde, Türkiye ve Türkiye'yi temsil edenler, iddialarına uygun bir davranış sergileyemediler. Halkla aralarındaki varoluşsal farklılık yüzünden sergileyemezlerdi de... Bu sebeple, Batılı politikacılar, Avrupa Birliği temsilcileri, Türkiye'ye hep 'Batılı olmaya özenen Doğulu bir ülke' gözüyle baktı.
İlk kez bu dönemde, halkını gerçekten temsil eden ve eğilip bükülmeyen kadrolarla karşılaştılar. Sapına kadar
yerli, ilişkilerinde düzgün kadrolar... Halkına tepeden bakmayan,
demokrasiyi kurallarına göre oynayan, bahane yerine iş üreten kadrolar... Verdiği sözü yerine getirme noktasında titiz kadrolar...
Ezcümle, iş yapılabilecek türden insanlar...
Bu sebeple, Türkiye'ye dışarıdan bakanlar, yalnız
siyaset bilimi kitaplarının ruhsuz sayfalarından değerlendirme yapmıyorlar, yıllar boyu edindikleri deneyim penceresinden bakıp, Ak Partili kadrolar ile Ak Parti'yi kapatmak için kurulmuş
ittifak arasındaki farkı görerek görüş açıklıyorlar. Bu sebeple de, açıklamalarında, hukuki herhangi bir mülâhaza yer almıyor.
Konunun hukukla bir ilgisi olmadığını en iyi onlar görüyorlar çünkü...
AB adına konuşanlarda hemen fark edilen bu yaklaşım özelliği
Amerikalılarda neden yok? Amerika neden ortada bir 'sorun' varmış gibi, hatta kendisi de o sorunun bir parçasıymış gibi davranıyor, Amerikalılar neden “Ne şiş yansın, ne
kebap” türü açıklamalarla yetiniyorlar? Bu soru önemli.
Ancak o sorudan daha önemli olan da bizim halimiz: Türkiye'de yorumcular, neden konuya, ortada
hukuksuzluk yapmış, yasalara aykırı davranmış bir partiye karşı açılmış bir kapatma davası varmış gibi yaklaşıyorlar?
Böyle yapan yanlış yapıyor.