İsrailli bir gazeteci arkadaşım
İstanbul’da.
Türkiye’nin arabuluculuğuyla başlayan İsrail-
Suriye görüşmelerini izlemek için geldi.
Halimize şaşırmış, şöyle dedi:
“Türkiye’nin yoğun çabasıyla gerçekleşen bu çok önemli olayı ve sizin bu konudaki başarınızı dünya konuşuyor. Her yerde ilk haber, manşetlerde yer alıyor. Ama sizde yok gibi...”
Benden de televizyon için görüş istedi. Ama doğru dürüst izlemediğimi belirttim ve Türkiye’nin yine kendi içine kapanmaya başladığını
itiraf ederek yan çizdim.
Oysa, Financial
Times’ın manşetiyle başyazısındaydı bu konu. Herald Tribune manşetten görmüştü. BBC
World ve
CNN International’da bir süre ilk haber olarak döndü.
Avrupa ve Arap basınında büyük yer aldı.
Ama biz pencereleri kapattık.
2005 yılını anımsıyorum.
Başbakan Erdoğan’ın
Washington ziyaretini izlemiştim. O tarihlerde Türkiye’nin Suriye’yle ilişkileri
Amerikan yönetimine yakın çevrelerde ve bizdeki bazı odaklarda yerden yere vurulmuştu. Aynı çevreler, Erdoğan hükümetinin
Hamas’la başlattığı diyaloğa ve
Halid Meşal’in
Ankara ziyaretine ateş püskürmüştü.
Bu açılımları o zaman destekleyen ender kalemlerden biriydim.
Şimdi gelinen noktaya bakın:
Türkiye, son bir yıldır yürüttüğü gizli diplomasinin bir ürünü olarak İsrail ile Suriye arasında
diyalog kanalını açıyor, iki
ülkeyi arabuluculuk yaparak buluşturuyor. Bu konuda Washington’ın da desteğini alıyor.
Eğer Ankara’nın o çok eleştirilen Şam ilişkileri olmasaydı, böyle bir noktaya gelinebilir miydi?..
Bugün artık ‘Hamas’la ilişki’ye de alışılmaya başlandı.
Fransa’nın,
İngiltere’nin Hamas’la perde arkası diyalogları açığa çıkmış durumda...
Bunun gibi Amerika’da hava değişimi var. Başkan adaylığı neredeyse kesinleşmiş olan
Barack Obama, eğer bir işe yarayacaksa
İran’la da, Hamas’la da görüşülebileceğini belirtti.
Öte yandan,
Ortadoğu’yu diken üstünde tutan
Lübnan krizinin şu sıralar aşılıyor olmasında da Türkiye perde arkasında önemli rol oynadı.
Hizbullah’la öteki güçler arasında gizli diyaloglar örüldü.
Bugün Lübnan’da
cumhurbaşkanlığı seçimi var. İktidar ve muhalefet,
Genelkurmay Başkanı Mişel Süleyman üzerinde uzlaştı. Bu uzlaşmada
aslan payına sahip iki ülke var:
Türkiye ile
Katar.
Birçok ülkenin lideri bugünkü
cumhurbaşkanı seçimine davetli. Ancak Başbakan Erdoğan ile Katar Emiri El Thani’nin daha farklı bir durumları var. Yeni Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’a meclise girerken eşlik edecekler.
Erdoğan’ın, eğer göz enfeksiyonu kendisine son anda bir engel çıkarmazsa bugün
Beyrut’a uçması bekleniyor.
Bu satırlar niye?
Her şeyden önce Ortadoğu’da aktif bir rol birçok bakımdan Türkiye’nin çıkarınadır.
Ortadoğu’da böyle bir ağırlık yaratılması, Türkiye’nin dış
politikada manevra alanını genişletir; AB ve ABD ile de, İsrail ve Arap ülkeleriyle de ilişkilerini olumlu etkiler.
Türkiye’nin pısırık, olayların arkasında sürüklenen, ABD’nin ya da AB’nin dümen suyunda giden politikalar yerine bölgede ağırlığını koyması olumlu bir politika tercihidir.
Ve bu konu, Erdoğan hükümetinin (bu arada
Ahmet Davutoğlu’nun) artı hanesine kaydedilmelidir.
1990’ların hemen başında Ortadoğu için toplanan
Madrid Konferansı’nda -
Özal’ın
Körfez Savaşı’nda Başkan
Bush’un yanında yer almasına ve aktif rolüne rağmen- Türkiye yoktu, konferansa davet edilmemişti.
Ama bugün Türkiye, İsrail ile Suriye’yi buluşturuyor, Hamas’la diyalog kanallarını açıyor, Lübnan krizinin aşılmasında rol oynuyor. Ve
gündeminde El
Fetih ile Hamas’ı bir araya getirmek de var.
Hükümetin dış
siyaset alanındaki bu açılımları olumlu ama... Aması var, çünkü kapatılması gündemde olan bir partinin
iktidarının gücü ve inandırıcılığı ancak bir yere kadardır.
Evet öyle...
Bizim gündem farklı. Yine içimize kapanıyoruz. Yoksa biz Türkler adam olmayacak mıyız?
Semih İdiz’den değerli meslektaşım Varlık Özmenek’in bir sözünü duydum, demiş ki:
“Biz Türkler adam oluruz ama mevzuat müsait değil.”
İyi pazarlar!