Kutuplaşmadan duramıyoruz zaten.
Meramımızı anlatamıyoruz.
Kutuplaşmasak ölürüz.
Efendim,
toplum ikiye bölünmüş durumda.
Bu kez, ‘Bu kadar
silahla
darbe mi olur?’diyenlerle, ‘Darbe zemini oluşturmak için, icabında bir kurşun bile yeter’ diyenlerin amansız dalaşına
tanık oluyoruz...
Kıran kırana bir savaş sürüyor...
Kavgada kullanılan enstrümanlar, kavganın şekline ve kavgacının ahlakına göre farklılıklar arzedebiliyor:
Bir adet
Ertuğrul Özkök. Mebzul miktar ‘sol husye’. İki ölçek bel altı vuruş. Beş ölçek ‘ortam dinlemesi’ ve
telefon konuşması dökümü... Bir adet eski
Cumhuriyet Başavcısı... Bol miktarda
gazete,
dergi, televizyon,
internet sitesi... Mebzul miktar ‘
yandaş medya yazarı...’ Yeter miktar Beyaz Türk... Bol miktarda ‘POAŞ’çı darbesever medya yazarı...’ İki adet darbe günlüğü... Beş adet mütekait
general... Bir adet Mustafa
Balbay... Bir adet
İlhan Selçuk...
Bu satırların yazarı, ikinci gruba girmektedir ve ‘Darbe zemini oluşturmak için icabında bir kurşun bile yeter’ görüşüne yakın durmaktadır.
Çünkü, 12
Eylül’ü görmüştür.
Çünkü,
12 Eylül’ün sopasını yemiştir.
Şimdi size cansıkıcı ‘Ferdinand’ olaylarını anlatmayayım; icabında bir kurşun yetmiştir dünyanın canına okumaya...
Patlatılacak üç beş
bomba, öldürülecek mutemet bir kişi, galeyana getirilecek hazır bir kitle, pekala ‘darbe gerekçesi’ olabilir.
Nitekim öyle olmuştur.
Bombalar dost Cumhuriyet gazetesinin bahçesinde patlatılmıştır.
Gerçi ikisi patlamamış, biri patlar gibi olmuş ve
küçük çaplı cam-çerçeve hasarına yol açmıştır ama, koparılan
gürültü bombanın şiddetinden çok daha yüksek olmuştur.
Hemen, ‘Susmayacağız’ ve ‘Bu bomba, laik cumhuriyetiin temeline atılmış bir bombadır’ manşetlerini (ve tabii toplumda uyandırdığı infiali) hatırlayalım.
Sustunuz işte...
Bombaların menşei ve ‘bombacının kimliği’ ortaya çıkınca ağzınızı dahi açmadınız...
Nitekim,
Danıştay’a bir
baskın düzenlenmiş ve hakim Mustafa
Yücel Özbilgin makamında katledilmiştir.
Özbilgin’i öldüren şahıs, tam da ‘ezberletildiği’ gibi, ‘Başörtüsünü yasaklayamazsınız ulan’ filan gibi açıklamalarla ‘saldırı’nın istikametini değiştirmiş ve kafalarda soru işaretleri bırakmıştır...
Bu aynı zamanda, darbeye giden yolun ‘işaret taşları’ydı...
Nitekim, kitleler sokağa dökülmüştür.
Görünüşte ‘Laik Cumhuriyet’e sahip çıkanlar’ın gövde gösterisiydi ama, arka planda
TBMM’ye Cumhurbaşkanı seçtirmemek, 367 kararını meşrulaştırmak, ‘e-
muhtıra’nın yol açtığı kaotik ve katastrofik tabloyu derinleştirmek gibi niyetler yatıyordu.
Nitekim, iki adet darbe günlüğü ortaya çıkmıştır.
Nitekim, bol miktarda silah ve
mühimmat ele geçirilmiştir.
Nitekim, ‘darbe teatileri’ faş edilmiştir...
Bunlar olmuştur.
Kutuplaşmanın ilk ayağını oluşturanlar,
evet, ‘hukuk devleti’ ilkesiyle
telif edemeyeceğimiz birtakım usul hatalarını dile getiriyorlar, çok da iyi ediyorlar ama...
Neden bir türlü ‘esas’a gelemiyorlar?
Ergenekon davası
Türkan Saylan’dan mı ibarettir?
Şu bombaları, cinayetleri, darbe günlüklerini, yeraltından çıkarılan mühimmatı ne zaman konuşmaya başlayacağız?
Madem kutuplaşacağız... Hiç değilse adil kutuplaşalım.