MALÛM, Latincede "bin" rakkamını tanımlayan "mille" sözcüğüyle, yine o lisanda "sene" anlamına gelen "annus"un birleşiminden oluşmuş "millenium" diye bir kelime var.
Malûm dedim, zira sekiz yıl önceki 2000 tantanası sırasında biz de buna aşina olduk.
Ayrıca, aynı kökenden türetilen "milenarius" veya Fransevi şekliyle "millenarizm" diye bir deyim daha mevcut ki, dini içerikli bu terim Batı ilk ve orta çağlarına uzanır.
Şöyle ki, Eski Ahit’te yer alan bazı bölümler; özellikle de, Klise tarafından "sapkın" sayılsa bile yine de popüler Hristiyanlığın harcını yoğurmuş Mahşer kitapları, Türkçeye belki "binincilik" diye tercüme edebileceğimiz bir gaipten haber verme durumu üzerine kuruludur.
Bunlar genel olarak, İsa’dan itibaren saymak kaydıyla, bin yıl sonra Deccal’in geleceğini; ardından Kıyamet’in kopacağını; nihayetinde de Mesih’in ineceğini öngörür.
***
ŞİMDİ şu sıralamaya dikkat edelim:
İlkin, "mutlak mukadderat" haberi veren "vahiy" bir kadercilikle karşılaşıyoruz.
Ardından, burada Deccal, artı Kıyamet, artı Mesih olmak üzere, zaten İsevilikte Baba, Oğul ve Ruh’ül Kûds üçgeninden oluşan "tehlis"in yine üçlü başka bir varyantına rastlıyoruz.
Son olarak da, "tez - antitez - sentez" gibi diyalektik yöntemin en önemli "
yasa"larından birisini buluyoruz.
Bu takdirde diyebiliriz ki, "millenarizm" yahut "binincilik" aslında, ruhiyatı ve maddiyatı bünyesinde harmanlayan bir Batı düşüncesini en temel unsurlarını ihtiva ediyor.
Ve, bütün materyalizmine ve bütün ateizmine rağmen de, tabii ki o Batı düşüncesinin kopmaz bir parçası olan Karl Marx’ı bile bu zihinsel geleneğe oturtmak gerekiyor.
***
ÖYLE, çünkü her şeyden önce bir; Marx’ın Hegel’den devralmış olduğu tarih anlayışı, yukarıdaki deyimin tam anlamıyla "millenarist"tir!
"Sapkın" incillerin öngördüğü "mutlak mukadderat" orada da aynı şemayı izler.
Ancak, kaderci anlayış laikleştirilmiş bir biçimde tezahür eder.
Trier’li
Alman’ın üçlü "tehlis"inde "kötü" Deccal’i burjuvazi ve
sermaye sömürüsü; Mahşer’in kabusunu, zirveye çıkan kapitalizmin kendi kendi
imha etmesi; Mesih’in "
müjde" sini ise proletarya diktatörlüğünün ve dolayısıyla, sınıfsız toplumun kurulması oluşturur.
Her iki durumda da, tarih önceden belirlenmiştir. Kaçınılmazlık arzeder.
Artı, nasıl ki Batı Ortaçağı’nda o "sapkın" kitapları kıstas alan ruhbanlar dua ve tövbe iradeciliğiyle Deccal’in ve Kıyamet’in daha çabuk savulacağını vaaz ediyorlardı, aynı iradeci olgu Karl Marx’da ve Marksistlerde de, Enternasyonal örgütü veya Komünist partileri gibi müdahil aracılarla "tarihin akışını hızlandırmak" (!) azminde hayat bulur.
***
ÖTE yandan, şimdilerde "Marksist" kesilen bizim "ulusalcılar"a vah vah, aslında şarkiyatçıların şahı olan "Kapital" yazarının "millenarizm"i tamamen "Batı merkezci"dir.
Örneğin, sonra gelen ve aynı "binincilik" kategorisine girmesine rağmen uygarlıkların devr-i daimine inanan bir Oswald Spengler’den farklı olarak, Marx,
modern zamanlarda Batı dışı medeniyetlerin de öne çıkabileceği ve tarihin değişik seyre gireceği tezine inanmamıştır.
Özetlersek, o tarihin öngörülemez bir
kaos olduğunu vakıasını reddeden aynı Marx ve Marksistler, hem lá-dinileştirilmiş fakat özünde bütün ruhani şemasını korumuş "kaçınılmaz" bir "mukadderat"a iman etmişlerdir; hem de bunu ispatlamak ve "hızı kamçılamak" amacıyla, "bilimsel" (!) olduğunu "mutlak" addettikleri teori ve pratiklere başvurmuşlardır.
Ve, her "kaçınılmazlık" ve "mutlaklık" iddiasının zorunlu kıldığı gibi de, mecburen dogma üreterek, totalitarizmin fikir tohumları ekmiş ve sonunda hûsran hasatını biçmişlerdir.