BU KAFAYLA İŞİNİZ ZOR

Karamanlis Anıtkabir’e gidince iki tür tepki gördü:


Yunanistan’da “bizi mahveden o Kemal’in mezarına gidilir mi” diye kızanlar, Türkiye’de “gâvur mavur ama delikanlı adammış, helal olsun” diye sevinenler... İnsanlar, “simgelere” aşırı önem verdikleri gibi, bu tür “gösterilere” de çok titizlikle yaklaşıyorlar. İnsanlar “ritüel” severler. Ritüel, ayrıntıları kalıplaştırılmış, değiştirilmesi çok zor, hatta imkânsız bir gösteriler bütünüdür. Anıtkabir ziyareti de böyledir, şeytan taşlama da, mason locası töreni de, merasim kıtası denetimi de... Huu çekmek de, bölükiçtimaı da... Katoliklerin pazar ayini de, satanistlerin kedi kesmeleri de... Ritüelin ayrıntılı eylemleri, zamanla içeriklerinden boşalırlar, kendi başlarına varolmaya koyulurlar, biçim özün önüne geçer, onun yerini alır. Ve artık hiçkimse ritüeli sorgulayamaz. Yenilik ve değişikliğin sözkonusu olmaması da, ritüeli uygulayanları rahatlatır, kalıba girmenin edilgin güvenini duyurur onlara. Bu yanıltıcı bir duygudur ama küçük insanların yanılmamaya ihtiyaçları yoktur ki! (Boğaziçi mezunundan garantili sosyal psikoloji ve sosyal antropoloji dersleri... Evlere gidilmez...) Ritüelde en ufak bir aksaklık kıyamet koparır. Örneğin bir Afrika çocuğu Ankara’nın ayazında zağar gibi titrediğinden Anıtkabir’e kafasında “eşofman başlığıyla” gidince herkes sinir oldu. Çünkü Atatürk’ün huzuruna ancak takım elbise ve kravatla çıkılırdı! Tıraş olmak ve ayakkabıları boyatmak da gerekliydi. Gömlek ütülü, pantalon çakı gibi olacaktı. Yakada altı oklu rozet bulunursa ona da kimsenin bir diyeceği olmazdı hani... Atatürk, huzuruna gelenlerin kılıklarına özen göstermediklerini yattığı yerden görünce üzülebilirdi... Hele, kendi etki ve yetki alanına girmeyen ülkelerin temsilcilerinin onun ilkelerini uygulamadıklarını görünce çok kızabilirdi! (Sevgili dostum Mustafa Mutlu her yıl 10 Kasım sabahı Atatürk’ün öldüğü yer olan Dolmabahçe Sarayı’na giderken ne giyiyor, merak ederim. “Lacileri” mi çekiyor yoksa “şık spor” mu takılıyor?) Bildiğim kadarıyla bu tür bir “kabir ziyareti” hiçbir ülkenin “resmi protokolunda” yok. Böyle bir protokol yok, çünkü hiçbir devlet “kendisini bir tek kişinin kurduğunu” iddia etmiyor. Biz, Ankara’ya her gelen yabancı devlet yöneticisini, dini ve siyasi rengi ne olursa olsun, Anıtkabir’e zorla götürmekten özel bir zevk alıyoruz. İranlı ya da Suudi yöneticiler kendi felsefelerine yüzde yüz aykırı, taban tabana zıt olan Atatürk’ün mezarına gitmek istemeyince de çok bozuluyoruz. Lenin de Kızıl Meydan’da yıllarca öylece yattı durdu ama başta Amerika olmak üzere hiçbir kapitalist ülkenin dışişleri bakanını oraya zorla götürdüklerini ben hatırlamıyorum... Hayır, kim olursan ol, Anıtkabir’e gideceksin, saygı duruşunda bulunacaksın ve deftere de saçmasapan birşeyler çiziktireceksin. Atatürk kalkıp onları okuyamayacağına göre, gazeteciler hemen not edip ertesi gün yayınlasınlar diye... Bu laflar da dostluk, barış, kalkınma, ilerleme falan gibi konularda genelgeçer birtakım yavanlıklar olacak ama bunlara çok önem verilecek... Yerli ziyaretçiler de elbette “rahat uyu, yolunda yürüyoruz” falan gibi çok değişik, çok yeni, çok çarpıcı, çok yaratıcı laflar yumurtlayacaklar. Sonra kelle hesabı yapılacak ve “geçen yıl Anıtkabir’i şu kadar kişi gezdi, eh, miting de yaptık, şu kadar kişi geldi, demek ki ilk seçimde bizim parti iktidarda” diye sevinilecek... Sonra da üzülünecek, ve Ergenekon dağlarını eritmenin yolları aranacak!
<< Önceki Haber BU KAFAYLA İŞİNİZ ZOR Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER