İslamcı bir refleksle hareket ederek
Hamas'a arka çıkan
Ankara, hem bölgede arabuluculuk rolünü hem de Batı'nın gözündeki değerini yitirmişti.
Bu yaklaşıma
delil bulmak da zor olmadı.
Türkiye, kendini bölgenin vazgeçilmez aktörü sayıyordu. Ama izlediği bu
siyaset yüzünden Obama'nın
Ortadoğu temsilcisi George Mitchell'in
gezi programına dahi girememişti. Davos'ta yaşananlardan sonra Türkiye'nin işi büsbütün bitmişti.
Ancak süreç, içeride ve dışarıda bu görüşü seslendirenlerin beklediği gibi gelişmedi. Zira çok geçmeden Mitchell, Ankara'da göründü. Üst düzey temaslar bununla da sınırlı kalmadı. Önce Obama, hem Edoğan'ı hem de Gül'ü arayıp övgü dolu sözler sarf etti. Cumartesi günü de
Dışişleri Bakanı
Hillary Clinton geldi. O da sık sık Türkiye'nin 'küresel liderlik' rolünden bahsetti. Daha da ötesi, ABD Başkanı Obama'nın kısa süre içinde Türkiye'ye geleceği haberini verdi.
Yukarıdaki
analizi yapanların bu kadar yanılmasının en büyük nedeni,
dindar bir kimliğe sahip iktidara duydukları öfkenin objektif analiz yapmalarına fırsat vermemesi. İkinci neden ise kendi siyasî senaryoları ile gerçekleri karıştırmaları.
İsterseniz, ilkinden başlayalım: Öfkelerinden bir lahza sıyrılsalar, dış siyaset açısından Türkiye'nin bu dönemde hem Batı'da hem de Doğu'da tarihî açılımlara
imza attığını görecekler. Şimdiye kadar çağdaşlık konusunda çok iddialı hükümetler göreve geldi. Ama çağdaşlaşma açısından en somut adımlardan biri olan Türkiye'nin
Avrupa Birliği ile müzakere süreci, gizli İslamî ajandası olmakla itham edilen bu hükümet döneminde başladı. Türkiye, Batı'ya yönelip Doğu'yu unuttu mu?
İslam Konferansı Teşkilatı genel sekreterliği görevi ilk kez bu dönemde Türkiye'ye verildi, hem de
seçim yoluyla. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun başarılı performansının da etkisiyle üyeler, aralarında uzlaşarak görev süresini bir dönem daha uzattılar. Türkiye, ilk kez
Arap Ligi ile temasa geçti.
Afrika Birliği'nin stratejik ortağı oldu. Hem Türk dünyası ile hem de
Rusya ile ilişkiler güçlendirildi. Bu çabalar sayesinde Türkiye, BM'ye üye
ülkelerin yüzde 80'inin desteğini alarak,
rekor bir oyla
Güvenlik Konseyi üyeliğine seçildi.
Bu çevrelerin analizini çarpıtan ikinci neden ise artık çok açık: AK Parti'nin, İslamî bir ajandası olduğunu sürekli tekrarlayarak, içeride ve dışarıda hassas çevreleri hükümet aleyhine çevirmek ve
demokrasi dışı girişimlere meşruiyet sağlamak.
Akşamdan sabaha, Türkiye'nin Batı'dan koptuğunu söyleyenler, Batı'nın kolay kolay bu yeni Türkiye'den vazgeçemeyeceğini de anlayamıyor. Bunun, biri pozitif, diğeri negatif iki sebebi var. Pozitif yanı, Türkiye'nin son dönemde bölgede ağırlığı hissedilir bir aktör haline gelmesiyle ilgili. Afganistan'dan Darfur'a, Filistin'den Lübnan'a, Kafkaslar'dan Irak'a, enerjiden teröre hiçbir konu yok ki; Türkiye denklemin dışında olsun. Türkiye, artık olayları anlamsız kınamalarla geçiştirmiyor. Tavır alan, strateji geliştiren bir yapıda. Irak'taki Şii-
Sünni ihtilafında da, Afgan-
Pakistan krizinde de etkin. Lübnan'da da aktif olduğu gibi Hamas-El
Fetih;
İsrail-
Suriye ihtilaflarında da devrede. Üstelik
Müslüman kimliğiyle demokrasiyi bağdaştırdığı için de örnek bir ülke. Böyle bir ülkeyi, Avrupa'nın da, ABD'nin de dışlaması zor.
Negatiften bakıldığında ise Türkiye'yi dışlamanın özellikle Batı açısından maliyeti ve bedeli öne çıkıyor. Avrupa'da Türkiye'ye en
soğuk bakan isimlerden Merkel bile bu gerçeği bildiği için Berlin'deki bir forumda şöyle diyordu: "Türkiye'yle ilgili nihai karar ne olursa olsun, bu ülke daha sıkı şekilde Avrupa'ya bağlanmalı.'' Aynı nedenle AB belgelerinde Türkiye'nin tam üyeliği meselesi ne kadar belirsiz ve ucu açık ifadelerle ele alınırsa alınsın, bir husus çok net ifade edilir: Türkiye mutlaka Avrupa'ya demirlemelidir.
Müzakere Çerçeve Belgesi'ndeki şu ifade bu açıdan çok önemli: "Türkiye'nin üyelik yükümlülüklerini tam olarak üstlenecek durumda olmaması halinde Avrupa yapılarına mümkün olan en güçlü bağlarla kenetlenmesi sağlanmalıdır."
Sonuç olarak, Türkiye Doğu'ya her adım attığında 'Batı'dan kopuyor' evhamına kapılmak yersiz. Aksine Doğu'da ne kadar etkinliğimiz artarsa, Batı'da o kadar kıymetimiz bilinecek. Böyle bir ülkeye Papa da gelecek;
İngiliz Kraliçesi de gelecek; Suud Kralı da gelecek, Obama da. Kim bilir belki de Avrupa'ya, Asya'dan gireceğiz...