Bir
mahkeme tarafından kabul edilmeden,
sanık avukatları görmeden ve celseler başlamadan iddiaların kamuoyuna yansıması doğru da değildir. Birkaç günden beri
gazetelere yansıyan bilgi kırıntıları da 2 bin 455 sayfa ve bir kütüphane hacmindeki ekleriyle
iddianame hakkında fikir vermiyor. Ancak, suçlamaların sayısından ve şiddetinden anladığımız o ki büyük ve ciddi bir
terör örgütüyle karşı karşıya bulunuyoruz.
Sadece bu kadar bilgi bile, ilk günden beri
Ergenekon yargılamasına karşı çıkan ve ‘Hala iddianame ortada yok’ diyerek görünürde hukuk arayışında olanların gerçek amacını ortaya çıkardı. Suçlamaların şiddetini ve hacmini ıskalayıp iddianameden cımbızla kelime arayanların tavrı ibret vericidir.
Baykal kendisini ortaya attı ve siyasi kariyerini bitirme pahasına ‘Ergenekon avukatlığı’nı ilan etti ama özellikle medyada en az
CHP lideri kadar inançlı ve yetenekli birçok avukat faaliyet gösteriyor.
Belki bir avukatın yapabileceğinden çok daha etkili bir işe soyunmuş durumdalar; sulandırmak...
Bir kelimenin, bir kavramın peşinde iddianameyi değersizleştirmek, magazinleştirmek ve etkisizleştirmek için belirli gruptaki gazete/TV’lerdeki muazzam çaba daha önce başka hiçbir
suç örgütü mücadelesinde yaşanmadı.
Susurluk, suç adeti ve ilişkiler bakımından Ergenekon’dan daha
küçük bir örgütlenmeydi ama o zaman medya böyle davranmamıştı. Oysa o gün dokunulamayanlar ‘
kanun önünde herkes eşittir’ prensibiyle birer birer tutuklanabiliyor. Kimse, hukukun suratına kapı çarpmayı aklından geçirmiyor çünkü o kapının bir sabah çalınacağını biliyor.
Bugünden geriye dönelim, Susurluk’tan sızan bilgiler Ergenekon’la kıyaslanamayacak kadar zayıf ve spekülatifti. Buna rağmen Susurluk’la mücadele medyanın belki de yakın geçmişte övünebileceği tek kampanyadır.
Medya olmasaydı birçok ilişki karanlıkta kalacaktı.
Türk medyası bugün artık daha profesyonel ve donanımlı bir düzeye ulaşmıştır. Böyle olduğu için bilgi ayıklamayı ve neyin gerçek neyin çarpıtma olduğunu daha iyi biliyor. Bunu, Ergenekon soruşturmasından magazin çıkarmaya çalışan medya da çok iyi biliyor. Onlar da iddianamenin ne denli ürkütücü olduğunun ve ülkenin hangi büyük tehlikenin eşiğinden döndüğünün farkındalar.
Nitekim, başlangıçta fasa-fiso havasında olanlar da sessizce rota değiştirmeye başladılar. Bütün gazeteler ilk günden beri hemen hemen aynı bilgilere ulaştığı halde, ellerindekileri kasten yazmayıp, yazanlara da ‘
yandaş medyaya bilgi sızıyor’ diyenler şimdi, ‘şok belgelere ulaştık’ anonslarıyla yayına geçiyorlar. Bir gün yazıp iki gün sulandırmayı da
ihmal etmeden...
Yani kararsız, baştan pozisyon aldıkları için kararsızlık içinde gidip geliyorlar. Bir yandan küçümseme ve sulandırma öte yandan ‘tamamen dışında kalıp şüphe uyandırmasak’ endişesi...
Çünkü, en iyi avukatların da en kötü çarpıtmacıların da aklının bir köşesinde iddianamenin daha açıklanmamış olduğu gerçeği var. İddianame açıklansa, eklerde; yani
delil klasörlerinde ne var bilinmiyor. Onlar bilinse, ilk kez bir davada kullanılacak gizli tanıkların ne söyleyeceği kestirilemiyor. Suya atlamak kolay ama ne derinliği ne de sıcaklığı kestirilebiliyor.
Bugün, ‘Hepsi bu muymuş! Agarta, magarta dosyası’ diye gülenler, yarın gülünecek duruma düşebilir.
Türkiye, şimdiye kadar yüzleşmediği, hesaplaşamadığı ve soruşturamadığı bir suçu, bir örgüt biçimini; kendisini hem devletin hem de milletin yerine koyan bir zihniyeti nihayet yargılıyor. Bu bir ilktir. İster
siyaset, ister ekonomi, ister medya ister bürokraside olsun kimse o yargılamayı sulandırmanın kendi iktidarının devamının garantisi olarak görmemelidir. Zira, ne Ergenekon’u korumak kimsenin iktidarını garanti eder, ne de o iddianame sulandırılmakla sulanır.