Geçtiğimiz günlerde TÜİK'in açıkladığı
dış ticaret açığı ve cari açıkla ilgili rakamlar, hükümet programının açıklanmasıyla birlikte
ekonomik politikaların yeniden tartışılmasını gündeme getirdi.
Daha önce açıklanmış olan
büyüme rakamlarıyla birlikte düşünüldüğünde, bu durumun bir
kalkınma meselesi ve sanayileşme stratejisi etrafında ele alınması gereği de ortaya çıktı.
Ekonomide yaşanan %11'lik büyümenin yarattığı olumlu atmosfere rağmen, sanayinin
üretim politikalarında ciddi bir değişim ihtiyacının varlığı bir kez daha görülmüş oldu.
Bir dönem kendilerinden
Anadolu Kaplanları diye söz edilen
küçük ve orta ölçekli
girişimciler Türk kalkınmasının, ekonomik büyümenin en önemli dinamikleri haline gelmişlerdir. Bu yeni girişimci unsurlar Anadolu'nun orta
sınıflarını, tabiri caizse Anadolu burjuvazisinin bel kemiğini oluşturmaktadırlar. Gaziantep'ten Kahramanmaraş'a, Denizli'den Çorum'a, Anadolu coğrafyasının her şehrinde, neredeyse kasabalarında ortaya çıkan gelişmeler, bu topraklarda yeni bir çağın yaşanmaya başladığının göstergesidir.
Değişimi taşıyanlar
Türkiye'nin
egemen yönetici elitinin vesayetinde gelişen büyük sermayenin, başaramadığı sanayileşmeyi şimdi Anadolu sermayesi başarmak üzeredir. Bu durum büyük sermayenin de kendisini değişime zorlamaktadır.
Türk yönetici elitinin toplumsal temellerini oluşturan "siyasi
bürokrasi" ekonomiyi, kendisiyle dünya görüşü olarak özdeş, ideolojik ve politik tercihleri bakımından paralel bir "milli burjuva" yaratarak yönetmek istemiştir. Kısa sürede olmasa da, bugün açıkça ortaya çıkmıştır ki, benim "devletçi kapitalistler" dediğim bu sınıf 'milli burjuva' olma vasfına sahip olmaktan çok "mümessil kapitalizme" dönüşen bir sınıf niteliğini kazanmıştır. Böylece Türkiye'yi kalkınmaya taşımada yetersiz kaldığı gibi, ülkenin kalkınmasının temel şartı olan sanayileşmeyi engelleyici, geciktirici bir fonksiyon üretmiştir.
Ekonominin dinamizmini yaratan Anadolu Kaplanları, Özal'ın zeminini oluşturduğu bu küçük ve orta ölçekli endüstriler büyük işler başarmaktadırlar.
İstihdam yaratan onlardır, pazarları bütünleştiren, dünyanın her köşesine mal ve
hizmet satan onlardır. Bu sebepledir ki, benim Türkiye'nin ilk 'milli burjuvazisi' diye nitelendirdiğim bu sınıfı, aynı zamanda Batı'ya teslimiyet yerine, Batı'yla
rekabet etme iddiasıyla üretim yapan, yeni bir anlayışın temsilcisi olarak görmek de mümkündür.
Anadolu kapitalizmi
Eski Türkiye'nin anti demokratik siyasal yapısı devletin elitleriyle, devletçi kapitalistler üzerinde ayakta durmaktaydı. Bugün, 'milli burjuvazi'yi oluşturan önemli kadrolardan birisi olarak Anadolu kapitalizmi demokrasiden ve
yerli değerlerden güç almaktadır.
Eski Türkiye'nin sahiplerinin dünya görüşünü karakterize eden faktörleri Batıcılık-tutuculuk diye özetlersek, yeni Türkiye'nin taşıyıcılarının dünya görüşünün yerlilik ve yenilikçilik etrafında oluştuğunu söyleyebiliriz.
Ekonomi eski toplumsal aktörlere dayanmadığı için, onların politikalarını sürdürmenin de anlamı yoktur. Bunda ısrar etmek, ekonomide yaşanan çelişkileri derinleştirecektir. Bu analizin ortaya koyduğu çelişkiler, eski ekonomik politikaların sürdürücüsü olan sınıf-devlet yapısıyla, Anadolu'da meydan gelen değişimin yarattığı orta sınıflar-demokratikleşen devlet yapısı arasındaki yeni durumda gözlemlenebilir.
Anadolu sermayesi, Türkiye'nin nitelikli iş gücü, sahip olunan sanayi tecrübesi, bugün artık ekonomide yeni dar boğazlar yaratmayacak bir politikayı, cari açığı sorun olmaktan çıkaracak bir sanayileşme modelini taşıyacak aşamaya gelmiştir.