Günümüz
Türkiyesi'ni doğru değerlendirebilmek için gereken temel koşullar arasında önce
"yeni dünya düzeni"nin önerdiği "yeni
demokrasi" anlayışını daha sonra da Silahlı Kuvvetlerimizin
subay kadrosunun "zihniyet" ve "eğitiminin" özelliklerini anlatmaya çabaladım.
Bugün de kimi çevrelerimizde ciddi bir "ürküntü" hatta "travma" yaratan siyasal
İslam'ın son 40 yılda gösterdiği değişmeler üzerinde durmak istiyorum.
Bu konunun
özet ayrıntılarına girmeden önce vurgulamak isteyeceğim birkaç nokta olacak. Burada "siyasal İslam" kavramıyla açıklamak istediğim konu devleti "İslam şeriatı kurallarıyla" yönetmek arzusu oluyor. Ancak böyle bir "
model" yok. İslamiyet'in temel kaynaklarında bir İslam toplumunun
siyaseten nasıl yönetileceğine dair hiçbir önerme yoktur. Kur-an-ı Kerim'de "ululara danışma" ve "meşveret"ten söz edilmektedir ama bunun siyasal bir model olmadığı çok açıktır. Aynı biçimde "
Hadis"te yani Hz. Peygamberin "söz", "fiil" ve "sükût"unun aktarıldığı hadis kitaplarında da önerilen herhangi bir model yoktur.
Bu durumda İslam şeriatı olduğu iddia edilen siyasal modellerde
iktidarı şu ya da bu biçimde ele geçiren bir siyasal kadronun siyasal anlayışı çerçevesinde kurulan bir
uygulama vardır. Zaten evrensel bir "İslam şeriatı düzeni" olsaydı günümüz dünyasında bir İslam şeriatı olduğunu iddia eden devletlerarasındaki uygulama farkları hatta uçurumları olmazdı.
İran, Suudi
Arabistan,
Libya,
Afganistan vb. "İslam şeriatı ile yönetildiğini" iddia eden
ülkelere baktığımız zaman bu, açıkça görülür.
Ancak her şeye karşın memleketimizde kendi anlayışları çerçevesinde "İslamcı" gruplar hep var olmuştur. Fakat
Cumhuriyetimizin kurulmasıyla birlikte iktidara yönelme fırsatı bulamamışlardır.
x x x
Ulusal Savaşımız'da o dönemin "İslamcıları" da elbette birinci derecede rol almışlar ve Cumhuriyetimizin harcına katkıda bulunmuşlardı. Ancak yüksek din bürokrasisi diyebileceğimiz "Şeyhulislam" ve Saray'a yakın din adamlarının "işbirlikçi" görüntü vermeleri Cumhuriyet'ten sonra etkinliklerinin önünü kesti. Her ne kadar, "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" ve daha sonra "Serbest Fırka" denemelerine aktif bir biçimde katılmışlarsa da belki de bu partilerin kapılarına
kilit vurulmasına neden olmuşlardı.
2. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye'de çok partili yaşama geçildiği zaman da "siyasal İslamcılar" etkin bir bağımsız örgütlenme yerine farklı partiler içinde yer almayı
tercih etmişlerdi. Bu arada kurulan, kimi etkisiz partiler de unutulup gidecekti.
Türkiye'de "siyasal İslam" ilk kez "
Odalar Birliği" başkanlığı konusundaki tartışmalarla adını duyuran Sayın Prof. Dr. Necmettin
Erbakan'ın siyaset sahnesinde boy göstermesiyle gündeme geldi. Gerçekten,
Necmettin Erbakan Hoca'nın, "Milli Nizam Partisi" yakın tarihimizdeki ilk örnektir.
Ancak 12
Mart 1971 darbesi sonrasında Sayın Erbakan'ı yurtdışında görüyoruz. Kaçamasaydı ne olurdu bilemeyiz. Fakat eğrisini doğrusuna denk getirmiş ve ülke dışına çıkmıştı.
12 Mart yönetiminin o günlerin Adalet Partisi'nin ve Süleyman Demirel'in gücünü kırmak için Necmettin Hoca'ya garanti verdiği ve ülkeye çağırdığı söylentisi vardır. Bunun ne derecede doğru olduğunu da bilemeyiz ama Necmettin Hoca geri geldi ve bu kez, "Milli Selamet Partisi" adıyla örgütlenerek, 1973
Milletvekili Genel Seçimleri'nde çok başarılı oldu ve Bülent Ecevit'in CHP'siyle birlikte hükümet kurarak, başbakan yardımcısı oldu. "İslamcı" diyebileceğimiz bir parti, Cumhuriyet tarihimizde ilk kez iktidar ortağı oluyordu.
Ancak bu
koalisyon, uzun sürmedi.
Kıbrıs Barış Harekâtının prestijini oya dönüştürmek isteyen Ecevit; (başka sebeplerin de varlığı nedeniyle), bu koalisyonu bozdu. Ve Türkiye, "1.
Milliyetçi Cephe" iktidarının kâbusunu yaşadı. (Tabii bence)
Aynı karmaşa 1977 seçimleri sonrasında da yaşandı. Sonunda, "12
Eylül" üzerimize "çöktü."
x x x
12 Eylül sonrasında bedel ödeyenler arasında elbette Sayın Erbakan da vardı. Fakat 1987 Referandumu sonrasında 12 Eylül'ün siyasi yasakları kalkınca Erbakan ve Refah Partisi'ne iktidar yolu da açıldı.
Ayrıntılara girmeye yerim müsait değil. Belki o dönemi ilerde daha ayrıntılı bir biçimde anlatırım. Fakat özellikle
Tansu Çiller'le yaptığı koalisyondaki, başbakanlığı döneminde "kendini iktidar zannederek" inanılmaz hatalar yaptı.
Her şey bitmiş gibi Taksim'e cami yapılması tartışması "
Üniversite rektörleri, başörtülü kızlarımıza
selam duracak" gibisinde açıklamalar "
İmam hatipler, bizim arka bahçemizdir" gibisinde iddialar Kaddafi'nin çadırında
Atatürk hakkındaki inanılmaz hakaretlere göz yumması ve sindirmesi birtakım tarikat liderlerini, Ankara'ya toplayıp gövde gösterisi yapması vb. tutumu müthiş tepki çekti. Oysaki Türkiye'deki
egemen güç Turgut Özal'la birlikte, "İslami duyarlılığı" olan siyasetçilere alışmıştı. Ve düşünün ki; kendini tam anlamıyla iktidar olmuş sandığı o dönemdeki
oy oranı, yüzde 20'nin biraz üzerindeydi.
x x x
Refah Partisi'nin
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Recep
Tayyip Erdoğan Türkiye'de, iktidar olmak için gereken koşulları iyi değerlendirdi. Ve "İslamcı" bir parti yerine neredeyse, "Özalvari" bir tutumla "Dini duyarlılıkları olan, liberal bir parti" oluşturarak iktidar yolunu açtı. Kimileri zor "hazmetse" bile...