Erdal İnönü uyarılınca heyecanlanıp derhal üç kelimelik bir telgraf çekiyor Ankara’ya: “Haber tamamen uydurmadır...” Ardından başına geleni mektuba döküyor: “Herhalde beni bir başka Türk’le veya Doğulu
gençle karıştırmış olabilir; şimdiye kadar bütün Amerika’nın hiçbir yerinde hiçbir kızla beraber bulunmuş değilim...”
Güldüm. Doktora yapmak üzere ABD’ye gönderilen
Erdal İnönü için
New York Mirror gazetesi “Türk Cumhurbaşkanı’nın Amerika’da yaşayan oğlu Amerikalı bir kızla evleniyor” yalan haberini vermiş... Aile Ankara’da şaşırmış, ABD’deki genç Erdal’ın “Yok böyle bir şey” mesajıyla rahatlıyor. Baba, “Erdalım, sevgili evlâdım” diye başlayan
cevap mektubunda “Sana güvenimiz tamamdır” diyor (s. 161)...
Can Dündar baba-oğul arasındaki uzaktan mektuplaşmaları kitaplaştırdı (Can Yayınları). Merakla okunuyor.
Yıl 1949...
Ağustos ayı... “Pazar günü bir tanıdıktan bir Yakın Şark memleketinde ihtilâl olmuş diye duydum, ödüm koptu” diye yazıyor Erdal... Sonra o ülkenin
Suriye olduğunu öğreniyor... “Öğrenince hem ferahladım, hem de adamlara acıdım” diyor (s. 157)
1950 yılına
Çankaya Köşkü’nde nasıl girildiğini okuyoruz İsmet İnönü’nün mektubundan: “Biz yeni yılın gecesini evde, biz bize geçirdik. (..) Bu sene
yılbaşı gecesi tıpatıp peygamberin doğduğu geceye rastladı. (..) Yemedik, içmedik. Çünkü annen içirmedi.” (s. 191)
Bir yıl önce de
Cumhuriyet Bayramı balosuna gitmemişti İsmet-Mevhibe İnönü çifti: “Dün Cumhuriyet’in yıldönümünü, 25. yılını kutladık. (..) Bir
tren kazasında kırk kadar zayiat verdik, onun kederi yüreğimize çok ağır bastı. Gece balolara gitmedik, annen ve ben.” (s. 108)
Dersleriyle meşgul, ayda 250 dolarla geçinmeye çalışan ve bulunduğu ülkeyi tanıma derdindeki bir oğulla devlet işlerine rağmen ona her hafta bir şeyler yazan baba (zaman zaman da anne) arasında gidip gelen mektuplarda çok fazla bir şey yok... Ancak yine de, Türkiye’nin köklü değişime uğradığı bir döneme ışık tutucu gözlemlere imkân veriyor.
“Yeter söz milletindir” dalgasının kendilerini silip süpüreceğini aylar öncesinden hissediyor İsmet İnönü... 28
Ekim 1949 tarihli mektubunda “Gelecek sene seçimi kazansak da, kazanmasak da umurumda değil” diyor. (s. 170) 14
Mayıs 1950’ye kadar birkaç mektupta daha tekrarlıyor aynı cümleyi...
İsmet Paşa yenilginin sebebini ‘halkın değişiklik arzusu’na bağlıyor (s. 227). ABD’deki genç Erdal ise şunu yazıyor babasına: “Netice itibariyle memleketimizde
demokrasi olduğunu dünyaya ispat edecek kesin olay, düzgün, hadisesiz bir
iktidar partisi değişmesi geçirmekti. Bunu yapabilirsek, bu seçimlerin hakikatte en büyük zaferimizi ilân ettiği anlaşılacak.” (s. 224).
Eş-zamanlı okuduğum
Diyanet İşleri eski başkanı ve eski milletvekili
Tayyar Altıkulaç’ın ‘Zorlukları Aşarken’ adını uygun gördüğü üç ciltlik anılarında da (
Ufuk Yayınları, 2. cilt, s. 544) Kenan
Evren dönemi Çankaya Köşkü’nden bir manzarayla karşılaştım.
Sekine Evren, Kenan Paşa’nın eşi,
vefat etmiş, cenazesi o gün kaldırılmıştır. Köşk’te
hatim indirilmiş, ardından dua edilecektir. Evren’in ilâhiyatçı başyaveri
Albay Cevat Erten “Bekleyin” der Tayyar Bey’e...
Meğer içeride hanımlar ‘kelime-i tevhid’ çekmeye başlamışlar, 250 bine ulaşmasının ne zaman gerçekleşeceği bilinmiyormuş... Diyanet İşleri Başkanı’nın, “Biz de yardımcı olalım” teklifini hanımlar kabul etmişler...
“Peki bu iş nasıl olacaktı?” diye soruyor anılarında Tayyar Bey: “Bir yerlerden tespihler getirildi. Orada bulunan komutanlar dahil hepimiz Köşk için bu olağan dışı ve bir o kadar da samimi hava içinde kelime-i tevhid çekmeye başladık: ‘Lâ ilâhe illâllah... Lâ ilâhe illâllah...’ Okunan kelime-i tevhidleri not etmek görevini de
Deniz Kuvvetleri Komutanı
Nejat Tümer’e vermiştik...”
Çankaya Köşkü’nden 1950-öncesi ve 1980-sonrasına dair enstantaneler...