Eskiden, yani erkeklerin eşlerinden söz ederken "Refikam" dedikleri günlerde,
gazeteler birbirinden bahsetmeleri gerektiğinde "Refikimiz" sıfatını kullanırlardı:
Milliyet için
Cumhuriyet "Milliyet refikimiz" derdi sözgelimi, Son Havadis de Tercüman için...
Refik veya refika, yol arkadaşı demek...
Günlerdir bir
tatil kasabasında, birkaç kişi dışında dünyaya kendimi kapatmış yaşarken düşündüm bunu... Acaba hangi gazete diğeri için "Refikimiz" der bugün? Nezaketen böyle demeye kalksa öteki bundan mutlu mu olur, yoksa mutsuz mu?
Aslına bakarsanız medya dünyasının ve basınımızın en iyi bilinen isimleri aynı tatil kasabasında geçiriyorlar yaz mevsimini... Kimi nerede olduğunu hiç çaktırmıyor, kimi ise neredeyse attığı her adımdan okurlarını haberdar ediyor... Bir çoğu zaten her yaz orada ve kanıksamışlar yazlık rutini; bazısı ilk defa ayak basmış olmanın şaşkınlığını yansıtıyor yazılarına...
Benim gibi profesyonel bir okur olsaydınız, gazetelerin bütününe göz gezdirirken hangisinin yaşadığı hayata kıskançlık duyardınız acaba? Çok yıldızlı
otelde kalan, TV'lerin magazin eklerinde boy gösterenlerin takıldığı plajlarda denize giren,
akşamları kapısında kameraların beklediği konserlerde görünen yazarın mı? Yoksa gününü dostlarıyla
ülke sorunlarını tartışarak geçirmişken akşamını da musikişinas bir çevrede sevdiği
şarkıları terennüm edeninkini mi?
Çok yıldızlı otel, artist plajları ve şöhretlerin konserleriyle gününü gün eden ve bunları yazarak kendisine gıpta etmemizi bekleyen hayli fazla da basınımızda,
tartışma ve şarkı ortamında geçen günlerini okuruyla paylaşana pek rastlanmıyor...
Mehmet Barlas'a bu yüzden ne kadar gıpta ettim bilemezsiniz...
Kahvaltıda bir grup müzisyenle birlikte olmuş... Öğleden sonra
tekneyle açılıp ülkenin en çetrefil sorununu çözmeye çalışmış yakından tanıdığı aydın dostlarıyla... Akşam ise, bir yazarla, yazarın vaktiyle yazdığı ve o sahil kasabasında geçen
roman üzerine konuşmuş... Bir grup
sanatçı ve o, geceyi de şarkılarla inletmişler...
Gelin de böyle birine gıpta etmeyin bakalım...
İlk 1969 yılında gelmiştim
Bodrum'a... Bırakın beş yıldızlıları, görünürde 'otel' denilecek bina bulunmadığı yıllar... Etrafındaki köylerle birlikte nüfusu ancak 20-25 bin olan bir sahil kasabasıydı burası... Pansiyonlarda kalır,
küçük bir meblağ karşılığı sizi evinde konuk eden ailenin fertleriyle birlikte gerçek bir köy kahvaltısı ederdiniz. Gündüz ve gece sizi rahatsız edecek en ufak bir gürültünün söz konusu olmadığı koylara atardınız kendinizi...
O günlerin henüz kliması bulunmayan otobüsleriyle
yolculuk ederdiniz, yolların asfaltsızlığı dikkatinizi bile çekmezdi. Babası Şakir Paşa'yı öldürdüğü bilinen Cevat Şakir'in siyasi
sürgün geldiği bu kasabada geçirdiği günler henüz çok uzak değildi. Sağdı Cevat Şakir ve 'Halikarnas
Balıkçısı' adıyla yazdığı romanlar kitapçı vitrinlerini süslemekteydi o zamanlar...
"Balıkçı buraya gelirdi" derdi yerliler bir köşeyi göstererek... Her uğradığı yeri kocaman bir "Merhaba" ile basarmış... Kasabaya girer girmez burnunuza gelen kokunun ya okaliptüs ya da
greyfurt ile
mandalina ağaçlarından geldiğini, bunları kasabaya Balıkçı'nın getirdiğini dinlerdiniz...
Denize girdiğimiz sahilde iki faaliyet göze çarpardı: Balıkçılar geceden attıkları ağlarını toplarlardı... 'Bodrum işi' de denilen 'gulet' tarzı teknelerin inşası günboyu sürerdi...
"Falan zengin şu guleti Çolak
Erol Usta'ya yaptırıyor" derlerdi de içimiz giderdi...
Şimdilerde zenginlerimiz
Fransız işi yatlara biniyorlar; Bodrum guletleri tek tük görünüyor ortada. Elinde herhangi bir plan-pafta bulunmadan işe koyulan ve göz kararıyla tekne inşa eden Bodrumlu usta hâlâ var mıdır, gerçekten bilmiyorum...
Sonra sonra birkaç yıl daha geldim buralara ve ilgim çok uzun yıllar bütünüyle kesildi. Bodrum o uzun yıllar boyunca irileşti, İstanbullular'ın akınına uğradı, yerliler ortalıktan çekildi, yeni gelenlerin etrafında hayatın şekillendiği bir
kent halini aldı.
Bodrum'un yeni sâkinleri gürültüden ve yolların kötülüğünden şikâyeti bir tür
spor haline getirmişler... "Gürültüye nasıl müsaade ediliyor canım" diyor ve faturayı canla başla çalışan yerel yönetime çıkarıyorlar... Bir yandan da "Tabii belediye Ak Partili değil" deyip iktidarı suçluyorlar...
İki şikâyet de haksız ve suçladıkları adresler doğru değil...
Her neyse...
Mehmet Barlas'ın günlerini nasıl verimli değerlendirdiğine dair Bodrum'dan yazdığı yazı, buraya kısa süreliğine gelen, uğradığı her yeri '
yabancı' gözüyle değerlendiren bir 'refik'e ne kadar 'görgüsüz' olduğunu hatırlatmak için kaleme alınmış gibi geldi bana.
Kim acaba?