HÜLYA Avşar savcılıkta ifade verdi, arkadaşımız
Devrim Sevimay’a yaptığı açıklamalar yüzünden...
Avşar kızı hakkındaki
suçlama, halkın bir kesimini öbür kesimine karşı “kin ve düşmanlığa
tahrik” etmek!
İsterseniz internette, 24-25
Ağustos günlü Milliyet‘lere girip Hülya’nın söylediklerini okuyun; Türklerle Kürtleri “kin ve düşmanlığa tahrik” mi ediyor, yoksa beraberliği güçlendirmeye mi çalışıyor, bir bakın!
Ben okuduğumda Hülya’yı daha bir sıcak ve sevimli bulmuştum; bir de yazı yazdım zaten.
Biraz hukuktan anlıyorsam, kalıbımı basarım, kısa sürede “
takipsizlik” kararı verilecektir.
Madem öyle, niye
soruşturma açıldı?
Burada soruşturmayı açan savcının özel bir hatasının değil, hukuk anlayışımızdaki genel bir sorunun söz konusu olduğunu düşünüyorum. Yıllardan beri yazdığım hukuk ve yargı sorunu...
Yargı ideolojisi
Hülya hakkındaki soruşturmanın konusu, TCK’daki eski 312, yeni 216. maddedir; ünlü maddeler...
Irk, din,
sınıf,
bölge farkı gibi nedenlerle “halkın bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine” kin ve düşmanlığa tahrik etmeyi cezalandırıyor.
Avrupa ülkelerinde de var böyle maddeler. Ama bizdeki uygulaması acayiptir!
28
Şubat sürecinde bu madde “laikliği korumak” için kullanıldı!
Hatta dostum
Hasan Celal Güzel askeri eleştiren sözlerinden dolayı bu maddeden mahkûm edilip hapse atıldı. Halbuki maddenin askerle de laiklikle de hiç ilgisi yoktur, sadece “halkın bir kesimini diğer bir kesimine” karşı tahriki cezalandıran bir maddedir.
Yargının bu tavrı ciddi sorunlara yol açmış, Ecevit’in
Adalet Bakanı Prof. Hikmet
Sami Türk, “Yargı bu maddeyi zorlama yorumlarla uyguluyor” diye yakınmıştır.
Sonra,
Meclis maddeyi liberalleştirdi ama yargı “Özü değişmedi” diyerek tavrını sürdürdü!
Ünlü 301. madde konusunda da aynı sorunlar yaşandı:
Hrant Dink ve
Orhan Pamuk davalarını hatırlayın...
Nihayet,
Hülya Avşar hakkındaki soruşturma...
Adaletin çağdaş anlamı
Çok daha sorunlu örnek,
Yunan vatandaşlarının Türkiye’deki emlakiyle ilgili davalardır.
1964 kararnamesi, o günün şartları içinde, Yunan vatandaşlarının Türkiye’deki mallarının yönetimi konusunda “vasi”
tayin edilemeyeceği hükmünü getirmişti. Türkiye’de mirasçısız ölen bir Yunan vatandaşının malı, “vasi”si de yoksa, Hazine’ye geçecekti.
İstanbul’da ölen Yunan vatandaşı Polikseni Foka’nın da vasisi yoktu çünkü, Türk yargısı Yunanlı akrabalarının vasi olmasını reddetmişti.
Bunun üzerine, 1997 yılında
Asliye Hukuk Mahkemesi, Foka’nın emlakinin Hazine’ye intikal etmesine karar vermiş,
Yargıtay da onaylamıştı.
Halbuki 1964 kararnamesi 1988 yılında kaldırılmış, dahası,
Tapu Kanunu da bu yönde değiştirilmişti!
Foka’nın Yunanlı akrabaları
AİHM’ye dava açtılar, AİHM Türkiye’yi tazminata mahkûm etti!
Yunan
Dışişleri Bakanı Bakoyani “binlerce davanın açılacağını” haber veriyor, büyük sevinçle!
Kaç milyar dolar?!
Yargının artık eski “uyanık bekçi” alışkanlığını bırakıp çağdaş dünyada gelişen hukuk ve
adalet felsefesini benimsemesi için zaman gelmiş de geçiyor bile...
Sadece adalet kavramının yüceliği açısından değil, Türkiye’nin iç ve dış sorunlarının çözümünde adalet felsefesinin çok önemli bir işlevi olacağı için de...